White Lotus’un güneşsiz yazı

Michael White’ın kara mizah dizisinde müzik, yaklaşmakta olan felaketlerin habercisi. Fakat bu fırtınanın ne zaman ne şekilde ve nasıl kopacağı belirsiz. Jenerikteki vahşi hayvanlar ve yarı çıplak savaşçılar ile egzotik Tayland hayallerine kapılırken ihtişamlı White Lotus otelinin bir korku evine dönüşeceğini hissederiz.  İlk sahnede puslu bir ormanın içine çekiliriz. Kuş seslerinin yankılandığı ormanın dumanları davetkâr. Sis bulutu, tatil köyünü öyle bir kaplar ki “Tayland’da olan Tayland’da kalır.” der Amerikalı misafirler. Güya otel, ziyaretçilerin entrikalarını gizleyip üç maymunu oynayacak. Böylece White Lotus çiçeği gibi sözde “saf” ve “erdemli” imajlarıyla ülkelerine dönebilecekler.

Adolescence, muğlak bir sebep sonuç ilişkisi        

İngiltere’nin kuzeyinde geçen Netflix dizisinin ruhsuz şehrine kuş uçuşu bakıyoruz. Aynı renkte ve boyuttaki evlerin küçük bahçeleri, hapishane avlusu gibi. Kasabayı tek renklendiren, Katie’nin sınıf arkadaşı tarafından öldürüldüğü otoparka onun anısına konan oyuncaklar. Fonda çocuklar, Sting’in “Fragile (Kırılgan)” şarkısını söylese de cetvelle çizilmiş sokaklarda kırılganlığa yer yok. Seyirciyi incel kültürüne karşı uyarırken bir an olsun derinlikten vazgeçmeyen, duygu sömürüsü yapmayan ve yönetmen Philip Barantini’nin tek plan çekimiyle baş döndüren Adolescence’ı mutlaka izleyin. 

Amerikan rüyasının balonunu söndüren Anora

Filmin açılış sahnesindeki göz kamaştırıcı pembe ışıltılar, bizi Brooklyn’deki bir gece kulübüne davet eder. Yakın çekim tekniği ile adeta dikizlediğimiz kadın dansçılar ve hayranları mutlu gözükür. 23 yaşındaki Rus Amerikalı seks işçisi Anora’nın İngilizcede “saygıdeğer” ve “erdemli” anlamına gelen ismi, masallardan bu yana namusla özdeşleştirdiğimiz kadın rollerine meydan okur. 

The Brutalist, bir filmi inşa etmek

Opera ve balenin açılışında çalan uvertür, filmde Yahudi soykırımından kurtulduktan sonra konuşmayı reddeden öksüz Zsófia’nın çığlıklarıdır. Genç kızın “sessizliğinden büyülenen” askerler, onu “göz kamaştırıcı” bir sanat eseri olarak görür. Film, Amerika’ya kaçan Macar mimar László Tóth kadar yeğeninin var oluş mücadelesini anlatır. Zsófia’nın çaresizliğine uvertür ile ses vererek başlayan film, İlk Mimarlık Bienali’nde (1980) amcasını onurlandırdığı bir konuşmasıyla biter. 

Aşıklar neden adsız?

“Bu devrin Şeytanı yalnızlık. Sarmaşık gibi her yeri sarıyor.” sözleriyle birlikte yükselen gökdelenlerin ışıltısı her yanımızı sarıyor. Gecenin karanlığında, görkemli binaların pencereleri küçücük gözüküyor. Uzak çekimde kibrit kutularına benzeyen ev ve ofislerin ruhu yok. Üst sınıfın yaşadığı daireler, mum ışığıyla aydınlatılmış hücreler gibi. “Binalar yükseldikçe insanlar küçüldü. Her şey yalnızlıktan.” der anlatıcı. Netflix dizisi Adsız Aşıklar’ın kalabalık İstanbul’unda herkes birbirinden yabancılaşmış.

error: Content is protected !!
Verified by MonsterInsights