Biz sanatseverler gerçeklik fantezisine kapılırız. Heyecanla takip ettiğimiz hikayelerin otantikliğine inanmak isteriz. Bu gerçeklik sanrısıyla sinema ve edebiyatta sempati duyduğumuz karakterlerle birlikte ağlar ve güleriz. Oysa sanatın İngilizcesi “art,” yapay anlamına gelen “artificial” kelimesinden gelir. Sanat doğal değil, kurgusaldır. Oryantalizm adlı kitabıyla bilinen Edward Said, sanatın kültürel bir ürün olduğunu savunur. Üretildiği dönemin politikası, tarihi, felsefesi, ekonomisi ve teknolojik gelişmeleri ışığında şekillenir. Asıl soru hikâyenin güvenilirliği değil, anlattığı toplumun sosyal dinamiklerini nasıl gösterdiğidir. Örneğin Murat Gülsoy’un Ressam Vasıf’ın Gizli Aşklar Tarihi romanındaki ressamın kurgusal olduğunu öğrenen birçok okur, hayal kırıklığına uğradı. Hâlbuki önemli olan Vasıf’ın gerçekliği değil, romanın Türkiye’nin modern resim tarihini yansıtmasıdır. Kendinden önceki eserlerden beslenen sanat nasıl otantik olabilir ki? Aşk, ihanet, intikam gibi popüler temalar Antik Yunan tiyatrosuna uzanır. Eseri farklı kılan, hikâyenin nasıl kurgulandığıdır. Mesela Emin Alper’in Kurak Günler filminin özgünlüğü, defalarca işlenmiş kültürel yozlaşma temasını obruk metaforuyla anlatmasıdır. Selcen Ergun, Kar ve Ayı filminde çok bilinen çaresizlik duygusunu uçsuz bucaksız, karla kaplı bir ormanın virajlı yollarıyla hissettirerek fark yaratır. Sanatın özgünlüğü, tanıdık bir hikâyeyi farklılaştıran kurgusunda ve egemen ideolojilere karşı sergilediği duruşunda yatar.