Hayali Cemaatler’in (1983) yazarı Benedict Anderson’un savunduğu üzere yaşadığımız ülkeyi sanattaki temsilleri üzerinden hayal ederiz. Biz de modern Türkiye’yi, dizilerdeki eğitimli ve laik karakterlerle tahayyül ettik. Her yaştan ve sınıftan gelen şehirli ya da taşralıların aynı dil, inanç ve etnik kimliği paylaştığı bir Türkiye’yi ekranda seyrettik. Azınlıkların, göçmenlerin, muhafazakârların neredeyse hiç temsil edilmediği dizilerle birlikte dini, dili ve ırkı bütün bir Türkiye’ye inandık. Konuşması, telaffuzu, politik duruşu ve giyimiyle birbirine benzer kahramanların aşklarını heyecanla izledik. Aşk baki! Ama çok kültürlü ve çok sesli Türkiye’nin artık kadraja girmesiyle homojen toplum sanrımız sonunda kırılıyor.
Yıllarca, belki de farkında olmadan, izlediğimiz dizilerle birlikte seküler bir İstanbul hayaline tutunduk. Batılılaşmayla eş gördüğümüz modernleşmenin merdivenlerini emin adımlarla çıkarken Osmanlıyla özdeşleştirdiğimiz İslami gelenekleri geride bıraktığımızı düşündük. Laik Türkiye’yi ekrana taşıyan dizilerin çoğu, camileri, baş örtülü kadınları ve namaz kılanları neredeyse yok saydı. İşte bu sebeple Kızılcık Şerbeti ve Ömer dizileri bu yıl ekranda çığır açtı. Cem Karcı’nın yönettiği ve senaryosunu Gülizar Irmak’ın yazdığı Ömer, belki de bir müezzinin ailesine odaklanan, bize sabah ezanı dinleten ve Arapça duaları Türkçe altyazıyla ekrana getiren ilk dizi.
Hakan Kırvavaç’ın yönettiği ve Melis Civelek’in senaryosunu yazdığı Kızılcık Şerbeti ise açılış sahnesiyle laikler ve muhafazakârlar arasındaki gerilimi cesurca sergiliyor. Lise müdürü Kıvılcım (Evrim Alasya), alışveriş yaptığı dükkandaki türbanlı kadınlara “medeniyet” ve “özgürlük” düşmanı derken “faşist” damgası yer. Kızı dindar bir damat seçtiğinde birbirlerini “gerici” ya da “açık saçık” gören aileler artık akrabadır. Eğitimcinin “bu insanlar” diye aynı kefeye koyduğu dünürlerinin giyim tarzları ve hayat görüşleri birbirini tutmaz. Türbanı cehaletle özdeşleştiren Kıvılcım’ın ön yargısını, kızının Amerika’da okumuş hat sanatçısı görümcesi Nursema (Ceren Karakoç) kırar. 29 Ekim’de laik ve muhafazakâr karakterlerin hep birlikte balkonlarına devasa Türk bayrakları asıp Türkiye’nin 100. yılını heyecanla kutlamaları sanki bir kenetlenme çağrısıydı. Dizinin kutuplaşmayı aşan cumhuriyet coşkusu, özlediğimiz bayram havasını estirdi.
Farklı inançları barındıran Türkiye’nin, tek bir etnik kimliğe sahip olması mümkün mü?
Bizans ve Osmanlı’nın izlerini taşıyan İstanbul, yıllarca tek dilli ve tek kültürlü bir şehir olarak ekrana yansıdı. Oysa günümüzün popüler Netflix dizileri Kulüp ve Terzi, kozmopolit İstanbul’u tüm dünyaya tanıtıyor. Cem Karcı’nın yönettiği Terzi, şehrin etnik zenginliğini Dimitri’nin koyu aksanına indirgese de Türk ve Rum iki karakterin çalkantılı dostluğunu tasavvuf müziğiyle buluşturuyor.
Zeynep Günay ve Seren Yüce’nin, 1950-1970 yıllarında Pera’da geçen dizisi Kulüp ise azınlıkları klişeleştirmeden ekrana getiriyor. Kapılarını etnik kimlik gözetmeden herkese açan eğlence mekânında, Yahudi Matilda (Gökçe Bahadır) ve kızı Raşel, Ermeni Agop ve kibirli patronları Çelebi (Fırat Tanış), her akşam aynı sofrada buluşuyor. Fakat ayrımcılığa karşı sığındıkları kapının ardında kıyamet kopuyor. Belki de ilk defa, Yahudi bir kadının, sevdiği İsmet’e reddedilme korkusuyla kendisini Raşel yerine Aysel diye tanıttığını görüyoruz. Dizinin son sahnesinde bir namlunun ağzında olsak da anlatıcı, “kin ve öfke ikliminin” sonlanacağı “masalımızı yazmamız gerektiğini” vurguluyor. Etnik farklılıklarının ilişkileri baltalamadığı Kulüp sofrasının birleştirici gücüne biz de katılmak istiyoruz.
Yunus Ozan Korkut’un yönettiği BluTV dizisi Magarsus ise Türkiye’nin kültürel mozaiğine katılan göçmenleri görünür kılıyor. Türkiye’nin güneyini, kökleşmiş aileler arasındaki alışılagelmiş aşk hikayeleri üzerinden değil, Suriye’den göç alan Adana’nın Magarsus Antik Kenti’ne uzanan tarihiyle resmediyor. Sarıbahçe’nin narenciye ekonomisindeki iktidar savaşında Amerikalı yatırımcılar, uyuşturucu mafyası ve suç batağındaki patronlar, kan portakalının kırmızılığında boğuluyor. Suriyeli göçmenlerin hor görüldüğü, sokak ortasında cinayet işlendiği, sahtekârların yönettiği Sarıbahçe bir yılanlı bahçe. Aynı sahil ilçesindeki karakterlerin konuşma tarzları, küfürleri, aksanları ve aksesuarlarının farklılaştırılması da coğrafyanın çok kültürlüğünü sergiliyor.
Türk dizileri, Magarsus’ta ailesinin narenciye firmasını yöneten tahsilli Tansu (Merve Dizdar) gibi zeki, güçlü, tuttuğunu koparan ve kendine güvenen kadın karakterlerle ışıldıyor. Her daim evlilik hayalleri kuran, ağlak ve edilgen kadın temsillerinden yıllarca bunaldıktan sonra ekonomik ve cinsel özgürlüğü olan kadın karakterler bize hayat enerjisi veriyor. Ali Bilgin’in yönettiği ve Sema Ergenekon’un senaryosunu yazdığı Yargı’da başına buyruk Avukat Ceylin (Pınar Deniz), Savcı Ilgaz’ı (Kaan Urgancıoğlu) ilk cinayet mahallinde öpmek isteyerek kadınların masum, romantik, kırılgan olduğu yargısını da kırıyor. Olay örgüsünün evliliğe dayanmadığı dizide, işlerine öncelik veren savcı ve avukat kadın karakterler, özel hayatlarını dilediğince yaşıyor.
Cinsiyet, etnisite ve dine dayalı ideolojilerin irdelendiği dizilerin ortak noktası, toplumdaki çatışmaları aile ilişkileri üzerinden yansıtması. Diziler, kutsal sandığımız aile bağlarındaki kopuşlara işaret ediyor: Sürekli çocuklarını azarlayıp tehdit edenler, birbirine düşen mafyatik kardeşler, kendi ailelerindeki suçluların peşinde koşan savcılar, kızlarının özel hayatlarına müdahale eden ebeveynlerin kavgası hiç bitmiyor. Aile içi anlaşmazlıklarına rağmen gerektiğinde birbirlerine destek olan karakterler, belki de zamanla ön yargılarını aşıp farklılıklara hoşgörüyle yaklaşacak toplumumuzun bir metaforu.
Ve dizilerde bu fırtınaları geçici de olsa dindirebilen tek sihirli güç, aşk! Heteronormatif kurgulanan aşklar, zıt kutuplar arasında köprü kuruyor. Ömer’de müezzinin kendisinden yaşça büyük ve boşanmış bir banka çalışanına, Kızılcık Şerbeti’nde başı açık Doğa’nın tutucu Fatih’e, Magarsus’ta yönetici Damla’nın tahsili olmayan Turgut’a duyduğu aşkla birlikte sınıf, eğitim seviyesi ve inanç farklılıklarına rağmen aynı çatı altında buluşabilecek bir toplum hayaline tutunuyoruz.