Yorgos Lanthimos’un fantastik dünyası, 19. yüzyıl masallarından beslenir. Uzun saçlarını camdan sarkıtan Rapunzel, bir ölüyü dirilten Victor Frankenstein ve Henrik Ibsen’in Bir Bebek Evi (1879) oyununda çocuk muamelesi gören ev kadını Nora ile film, geçmişi geleceğe taşır. Kibirli bir doktorun ve evde tutsak kadınların hikayelerini hatırlatan film, cinsiyet eşitliği vadeder mi? Orta Çağ şatolarında geçen sahneler, toplumsal ilerlemeye ışık yakar mı? Yoksa asıl ismi Victoria ile Kraliçe Victoria dönemini hatırlatan Bella ve diğer karakterlerle birlikte biz de “zavallı” mıyız?
[Spoiler içerir]
Londra Köprüsü’nden atlayan hamile Victoria (Emma Stone), hayatta da ölümde de bir erkeğin oyuncağı. Kıyıdaki cesedi bulan Dr. Godwin Baxter (Willem Dafoe), bebeğin beynini annesine naklederek kadını diriltir. Kadın vücudundaki bebek, yaratanının kuklasıdır. Ona “güzel” anlamındaki Bella ismini vererek hayat verdiği kadını fiziksel görünümüne indirger. Nasıl Ibsen’in Nora’sı evin süs bebeğiyse Bella da bakıma muhtaç bir bebektir. Nora’nın bankacı kocası da Bella’nın kendini tanrı addeden yaratanı da küçümsedikleri kadınlar üzerinden egolarını tatmin eder.
Film, erkeklerin güzel ve edilgen eş fantezileriyle dalga geçer. Godwin ile birlikte Bella’nın gelişimini kaydeden tıp öğrencisi Max (Ramy Youssef), kendi başına yemek yiyemeyen, tuvaletini tutamayan ve konuşmayı tam sökmemiş kadına âşık olur. Buradaki komedi unsuru, bir bebek beynine sahip olan Bella değil, zeki ve eğitimli bir erkeğin kendine eş olarak bir çocuk seçmesidir.
Doktorun, Bella’yı içinde bir ameliyathane olan karanlık evine kapatmasına önceleri kızan Max, kontrolcü nişanlı rolüne zamanla uyum sağlar. Uzun saçlarıyla Rapunzel’i andıran kadının da onu tüyler ürpertici malikaneden kurtaracak bir prense ihtiyacı vardır. Hikayedeki prens gibi Bella’nın odasına tırmanan çapkın Avukat Duncan (Mark Ruffalo), onu Lizbon’a götürür. Fakat sözde özgür ruhlu avukat bile otel odasına sığmayan başına buyruk kadını bir sandığa kilitleyerek gemi yolculuğuna çıkarır. Cinsel özgürlüğü olsa da Bella, otelde de gemide de tutsaktır.
Bir çocuk gibi davranan Bella’ya medeniyet dersi veren erkekler şiddete başvurur. Kibarlık emsali Doktor Baxter, itaatsiz Bella’yı kloroform ile bayıltır. Sevgilisinin açık sözlülüğünü eleştiren avukat, bir gemi çalışanını dişlerini sökmekle tehdit eder. Akşam yemeğinde Bella özgürce dans edemez ama Duncan, sevgilisine göz kırpan erkeklere saldırır. Dans pistini yumruklarıyla dağıtan kıskanç avukatın, sofra adabına uymayan Bella’yı “kendine gel” diye uyarması gülünçtür.
Bir anneyi ve kızını aynı bedende barındıran Bella güçlüdür. “Benimle evlenmezsen seni öldürürüm.” diyen sevgilisinin ve “Bu evden gidersen seni vururum.” diyen kocasının tehditlerine boyun eğmez. En mutlu olduğu yer ameliyathane olan Bella, kadınlara layık görülen domestik hayata kendini hapsetmez. Hiçbir zaman toplamadığı uzun ve dağınık saçları da isyankarlığının metaforudur.
Seyirci, cinsiyet eşitliğinin egemen olduğu bir dünya düşlerken Bella’nın gemide tanıştığı Harry, geleceğe dair ümidimizi söndürür. “İyileşmek, ilerlemek yok…Böyle doğduk böyle öleceğiz.” diyen Harry, Avrupa’nın toplumsal gelişime olan inancını alaşağı eder. “Dünyayı değiştiremezsin.” der Harry, Bella’ya. Frankenstein ve Rapunzel’i hatırlatan film de ataerkil düzenin devamlılığını vurgular. Masalsı Londra, Paris ve Lizbon’da geçen filmde feminist manifesto bir düşten ibarettir.
Bella, merhum doktorun gotik evine yerleşip insanları denek olarak kullanmaya devam ettiğinde tarih tekerrür eder. Bahçesinde anatomi sınavına çalışırken ismi “mutluluk” anlamına gelen evin yeni bebeği/deneği Felicity ile tanışırız. Genç kadın da Bella’nın zorba kocası da bilim ya da intikam uğruna birer oyuncağa çevrilmiştir. Yaratanının düzenini devam ettiren Bella, feminist bir figür değildir. Frankenstein rolünü oynayan doktor, kendi gibi bir canavar yaratmıştır. Tanrıça da yerini aldığı tanrı gibi acımasızdır.
Bella’nın gerçek ismi Victoria, bize Kraliçe Victoria’nın bile kadın haklarını savunmadığını hatırlatır. Bir kraliçe gibi hür ve güçlü gözüken Bella, bir kadının denek olarak kullanılmasına göz yumarak sisteme ayak uydurur.
Peki ya biz seyirciler? Filmin birçok sahnesinde sanki Bella’yı bir kapı kilidinin deliğinden gizlice gözetliyoruz. Güzel ve cüretkâr bir kadının cinsel özgürlüğünü yargılarken ya da cazibesine kapılırken eril bakışı desteklemiyor muyuz? İşte o zaman Bella’yı hapseden erkekler ve doktorun izinden giden Bella gibi biz de zavallıyız.
Filmin maalesef çok kötü kopyasını ve anlaşılmaz bir ingilizce eşliğinde izledim. Çok etkilendim. Öndeki yorum olmasaydı olayın kurgusunu yarım yamalak anlamış olacaktım. Şimdi konunun gelişmesini ve açılımını daha iyi anlamış bulunuyorum. Aydınlatma için teşekkürler. Yorgo latimos un filimlerini ilgiyle izliyorum. Sanıyorum feminist yaklaşımı çok çarpıcı yöntemler ve görsellerle anlaşılır bir biçimde vurguluyor. Hatta gözümümüzün içine sokuyor. Bu da içinde bulunduğumuz kaotik çağda, kadınların özgürlük ve kişilik mücadelesini destekliyor. Tabii ki özellikle anahtar deliğinden bakmamızı sağlayarak istenilen sonuca daha etkileyici bir biçimde varıyor. İyi ki varsın sinema ve sevgili Yorgo ve onun gibi özgün yönetmenler.
Merhaba, Yazımı beğenmenize sevindim. Yorumunuz için ben teşekkür ederim.