Edebiyatta mekân romanın anahtarıdır. Hikâyenin geçtiği yer; karakterler, temalar ve semboller ile süregelen bir diyalogdadır. Örneğin, Ayfer Tunç’un Dünya Ağrısı romanında, Türkiye tarihindeki sosyal ve politik türbülanslar, bir otel işletmecisi ile otel müşterisinin sohbetleri sırasında ortaya çıkar. Stabil ev hayatını sallayan otel, toplumdaki çalkantılara ayna tutar. “Hazin” ve “acıklı” otelde geleceği sorgulayan karakterlerin sancısını içimizde hissederiz. Peki, isimsiz kuru kızın, Anadolu’dan Arjantin’in Antarktika’ya yakın Ushuaia şehrine taşınması romana ne kazandırıyor?
Karakterin Ushuaia’daki yeni hayatıyla başlayan roman, geçmişe döndüğünde kızın 1.85 boyunun mahallesini rahatsız ettiğini görürüz. Uzun boy, hakimiyetin göstergesidir. Tepeden bakan gözler, her yerde herkesi görebilir. Bu sebeple de erkeklere yakıştırılır. Boyundan ve zayıflığından utanan kız, babasını kızdırmamak için “kambur durmaya, omuzlarını kısıp kısa görünmeye” (57) çalışır. Zamanla da göğüs kafesi çöker. Babasının bile kızına duyduğu öfke, ona gerektiğinde el kaldıramayacağı içindir. Nitekim, kendisine “kuru kız” lakabı takan komşu, evine gelip tecavüz etmeye kalktığında bıçaklanır. Fiziksel olarak ele geçiremediği kadını, mahallede şeytanlaştırır.
Kuru kız, otuz beş yaşlarında bir “kız kurusu.” Sadece babasına, abisine, kocasına, çocuğuna hizmet eden kadınlar yeşeriyor. Anne ya da eş olamayanlar kuru ya da faydasız. Erkeksiz, sahipsiz kadın, susuz ve nefessiz. Hiçbir erkeğin lütfedip sevişmediği kadının “akılca durgun” olduğu kanısına varılıyor.
Kuru kız adeta ailesini de kurutuyor. Dedesi, sakat babası, annesi ölüyor. Kardeşi, genç yaşta kalp krizinden gidiyor. Fakat, bu acıların bu kadar gözümüze sokulmasına gerek var mı?
Annesi ölmüş, babası sakat kalmışken üstelik,
Hayata bağlı olmaya hakkı yokken,
Hayat bir ceza haline gelmeliyken. (57)
“Yokken,” “kalmışken” ve “gelmeliyken” fiillerindeki “ken” tekrarı, yazıyı şiirsel kılmaya yetmiyor. Romandaki kedi ölüsü, kuruyan asma, kırık dökük plastikler ve çöp poşetleri gibi imgeler, aykırı bir kadını ezen ataerkil toplumun çürümüşlüğünü resmetmek için yeterli olabilirdi.
Peki, kuru kız neden Arjantin’de yeşeriyor? Evini sattıktan sonra Güney Amerika kıtasının ucundaki Ushuaia şehrinde bir pansiyona yerleşiyor. Zamanla resepsiyon görevlisi ile arkadaş oluyor, İspanyolca öğreniyor ve “kirli dişli” tecavüzcüsünün aksine “dişleri ışıldayan” Miguel ile evleniyor. Bir zamanlar “sopa” diye hitap edilen karakter, İspanyolca “Senden çok hoşlanıyorum bebeğim” sözleriyle mest olup dans ederken Arjantin’in sosyal ve politik gerçekliği yok sayılıyor. Kadınlara, aşk ve mutluluk vadeden ve onları dış görünüşleriyle yadırgamayan Arjantin, adeta bir masal diyarı.
Dünyanın sonundaki şehrin sert iklimi ile Anadolu’nun kuruluğu birbirine geçseydi işte o zaman neden Arjantin sorusuna cevap verebilirdik. Fakat, iki coğrafya arasında bir diyalog yok. İlk başta buzulların göz alıcı “parlak beyazlığı”ndan etkilendiğim romanın 20. sayfasından sonra Ushuaia hızlıca uçup gidiyor. Hikâye, iki hayat ve iki mekân arasında gidip gelen paralel bir anlatımla güçlenebilirdi. “Çok zayıf” kızla “çok şişman” kocasının farklı iki toplumda benzer ayrımcılığına şahit olabilirdik.
Karakter, Ushuaia yerine Avrupa’nın en batı ucu Roca Burnu’na gitseydi hikâye değişir miydi? Sanmıyorum. Biz gene de kuru gözlerindeki yaşı fark ederdik. Şehrin dondurucu soğukluğu, nüfus sayısı, turistlerin “dünyanın sonu” damgası için on beş dolar ödediği bilgisinin hikâyeye pek katkısı yok. Ushuaia temsilleri, karakterin seyrettiği gezgin YouTube videoları gibi gözümüzün önünden gelip geçiyor. Kitabın kapağındaki Ushuaia yazısından etkilenip romana başlayanlar, hayal kırıklığına uğrayabilir.
Can Yayınları’ndan çıkan romanın tanıtımı daha güçlü olmalı. Kitabın arka kapağında, “Kuru Kız, tüm zamanların mağdurları üzerine, yenilikçi, ezber bozan bir roman” yazıyor. Fakat, hangi temanın ya da anlatım tekniğinin yenilikçi olduğu belirtilmemiş. “Ezber bozan” kelimesi de klişe. Romanın, ölüm, alarm saati ve televizyon gibi farklı imgeleri bir araya getirerek duyguyu okuyucuya kontrollü bir şekilde ilettiği övülebilirdi.
Kuru kız, “tüm zamanların mağduru” mu gerçekten? Karakter ve yaşadığı Anadolu şehri isimsiz de olsa konu evrensel değil. Argo kelimeler, Kars peyniri, Karadeniz’in kestane balı açıkça Türkiye’yi resmediyor. Mutluluğun başka coğrafyalarda aranmadan da Türkiye meselelerinin işlenebileceğine inanıyorum.