Neden savaşlar hep aşk üzerinden kurgulanır? Isabel Allende, Denizin Uzun Taçyaprağı’nda (2019) İspanya İç Savaşı’nı (1936-1939) ve Elif Şafak, Kayıp Ağaçlar Adası’nda (2021) 1974 Kıbrıs Harekatı’nı imkânsız aşklar üzerinden anlatıyor. Politik çatışmaların yarattığı fiziksel, psikolojik ve coğrafi yıkımlara dikkat çekmek için okuyucunun duygularına hitap etmek çok etkili bir tekniktir. Allende’nin hikayesinde, bir doktorun savaşta ölen abisinin karısıyla yaptığı evlilik onaylanacak mı diye düşünürken cumhuriyetçiler ve milliyetçiler arasındaki korkunç çatışmayı öğreniriz. Şafak’ın romanında Türk ve Rum sevgililere sempati duyarken savaşın 2000’lerde İngiltere’ye taşınmış çifti ve 2010’ların sonunda kızlarını bir gölge gibi kovaladığını görürüz. Okuyucu, geçmişin travmalarına şahit olurken her türlü zorluğa göğüs geren aşklar da göklere çıkarılır. Bu sebeple aşka bel bağlamayan savaş anlatıları beni daha çok etkiler.
Category: Edebiyat
Oppenheimer: Amerikalı Prometheus’un John Donne Aşkı
Hâlâ etkisinden çıkamadığım film, J. Robert Oppenheimer’ın sanata ve fiziğe duyduğu aşkı hem diyaloglarla hem de görsel efektlerle başarıyla örmüş. T. S. Eliot, Pablo Picasso ve on yedinci yüzyılda yaşamış İngiliz şair John Donne’a referans veren Oppenheimer, sadece fen bilimlerinin değil, edebiyat ve sanatın da tarihi nasıl şekillendirdiğini gösteriyor.
Yılanlı Bahçe
Bir kavram iki şiir silsilesiyle tasarlanan bu çok sesli kitabın, okuyucuya mesaj verme kaygısı yok. Batu ve Yurdaün’ün, tarihte edebiyata, sanata, felsefeye yön verenlerle diyalog kurdukları şiirlerinde sohbet sohbeti açıyor, farklı gelenekler iletişime geçiyor ve kendi hikayemizin de yılanlı bahçede yattığını hissediyoruz.
Edebiyat Okumak Hayatı Okumaktır
Üniversite tanıtım günleri için hazırlanırken “Hocam, öğrenciler neden İngiliz Dili ve Edebiyatı’nı tercih etsin?” diye soruldu. Edebiyat okumak hayatı okumaktır, cevabını verdim.
Biz Kimden Kaçıyorduk Anne?
Bir kadının, annesine dönüşmekten ölesiye kaçma sancısını hissedemediğim Netflix dizisini seyrettikten sonra Perihan Mağden’in Biz Kimden Kaçıyorduk Anne? (2007) romanını okudum. Ve her sayfada kimin kimi kovaladığı belli olmayan anneanne-kız-torun zincirini boğazımda hissettim. Peki, romanın, Melisa Sözen ve Eylül Tumbar’ın uyumuna hayran kaldığım dizi ile paylaşmadığı sırrı ne?
‘Aile’: Günümüzün ataerkil trajedisi
Fransız-Amerikalı yazar Raymond Federman’a göre, bir metnin sırrı görünmeyenindedir. Repliği bile olmayan bir karakter, hayalet gibi dolaşır sayfalar arasında. Adsız, sansız, sessiz bu boşlukta saklıdır hikâyenin özü. Sadece kelimelere odaklanan okuyucu, kaçırır satır aralarında her anı gizlice şekillendiren meseleyi.Serenay Sarıkaya ve Kıvanç Tatlıtuğ’un oynadığı Aile dizisinde de asıl mesele baş döndürücü güzellikteki karakterler değil, fiziksel yokluğuna rağmen her sahnede hortlayan baba.
Mini, Marx, Minnie
Marx, Minnie, Mini Cooper, Julia Ducournau, William Faulkner ve 5,5 yaşındaki oğlum arasında bir diyalog.
ANB @ TB 524
1997 yılında, Boğaziçi Üniversitesi, Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümünden mezun olduğumda, “hayatta master yapmam,” diyerek, Türkiye’nin ilk reklam ajansı Manajans Thompson’da çalışmaya başladım. Kurucusu, rahmetli Eli Acıman, ön değerlendirme için istenen, İstanbul üzerine yazdığım makaleyi okuduğunda, “sende yazar ruhu var,” demişti. Ne kadar içimdeki yazarı unutup, Lizbon Expo’98 fuarında ve Hyatt Regency’de çalışsam da Acıman’ın sözleri hep yankılandı kulağımda.