New York’ta Bir Gece, Sean Penn ile taksi yolculuğu

Christy Hall’ın yönettiği filmdeki tek olay, New York’ta yaşayan genç ve güzel bir kadının havaalanından evine doğru yaptığı bir taksi yolculuğudur. Bilgisayar programcısı Girlie’nin (Dakota Johnson) hayatına; katıldığı bir toplantı, dostlarıyla eğlendiği bir parti ya da sevgilisiyle geçirdiği romantik bir randevu üzerinden de şahit olabilirdik. Peki onu neden iş, aile ya da arkadaş ortamında değil de taksi şoförü Clark (Sean Penn) ile yaptığı sohbetler üzerinden tanıyoruz?

Woody Allen’ın Şans Eseri’nden Olimpiyatlar’a kanlı Paris

“Şans Eseri” Olimpiyatlar’ın açılış tarihinde Türkiye’de gösterime giren filmde Paris, Fransa’nın eşitlik ilkesinden uzak. Açılışta Marie Antoinette’in 1793’te idam edilmeden önce hapsedildiği Conciergerie’de konser veren Gojira metal grubu, Paris’in özgürlükçü imajını sorguladı. Giyotinle kesilmiş kafasını elinde taşıyan ve kanlar içinde şarkı söyleyen kraliçe, şehrin karanlık geçmişini hatırlattı. Woody Allen’ın son filminde ise şiddet günümüz Paris’inde kol geziyor. Adaletten yoksun şehirde hayat bir pamuk ipliğine bağlı.

Anne, Kalk! Mobilyacıda satılan mutluluk

Niclas Larsson’un trajikomik filminde 82 yaşında şık ve bakımlı bir kadın, oğullarıyla birlikte gittiği mobilyacıda yeşil bir koltuğa oturup kalır. Saatler geçse de evine dönmek istemez. Endişelenmeye başlayan David’in “İyi misin?” sorusuna annesi, “İyiyim, sadece sizinle gelmiyorum.” cevabını verir. En sevdiği restorana bile gitmek istemez. Kanepeden zorla kaldırılırsa dükkânın merdiveninden bilerek düşüp kafasını patlatacaktır. Anne, koltuk uğruna neden ölümü göze alır? 

Beckett’ten Lanthimos’a Merhamet Hikâyeleri   

Yorgos Lanthimos’un son filmindeki en büyük tehlike, bilerek ve isteyerek boyun eğilen otoritenin tanrılaştırılmasıdır. Üç farklı hikâyeden oluşan Merhamet Hikâyeleri’nde, şirkette ya da sosyal çevredeki kuralları çiğneyenleri tutuklayacak bir polis ya da yargılayacak bir hâkim yok. Eğitimli ve kariyer sahibi karakterler bile ölümcül ve gelişigüzel kaidelere gönülden bağlı. Patronların ya da tarikat liderlerinin buyruklarına körü körüne uyanlar için merhamet, hiç gerçekleşmeyecek bir masal.

Kötü Oyuncu: kurgu ve gerçeğin tehlikeli buluşması

Jorge Cuchi’nin yönettiği filmin ilk sahnesinde genç bir kadının, kocasının oğluyla yaşadığı aşk merakımızı uyandırır. Araba kullanan sevgilisine, “Kocam her iş seyahatine gittiğinde uçağı düşsün istiyorum.” diyen kadın, eşi sağ salim eve döndüğünde bunalıma girer. Biz tam senaryodaki “cici anne” fantezisine kapılmışken arabanın aslında bir film seti karavanına bağlı olduğunu görürüz. Arabanın arka koltuğunda saklanan ses sorumlusu, birden ortaya çıkıp tuvaleti geldiğini haykırdığında cinsel gerilim sonlanır. Setteki ışıklar yandığında, “kötü niyetli kimse” anlamına gelen filmin orijinal “Bad Actor” adının sadece kocasının ölümünü arzulayan kadın olmadığını fark ederiz. 

Levan Akın, Crossing: daimî bir Geçiş

Türkçede “geçiş” anlamına gelen “crossing” fiili, İngilizcede şimdiki zamanda süregelen bir eylemdir. Filmin açılışında nereden nereye doğru sürüklendiğini bilmediğimiz dalgaların sesi, geçişin henüz tamamlanmadığının bir göstergesi. Her yaştan her kültürden her cinsiyetten karakterler, dalgalarla birlikte bir akışta. Avrupa ve Asya kıtalarını bir araya getiren İstanbul ise arada derede kalan kimliklerin bir metaforu. 

Tereddüt Çizgisi’nde hastalık metaforu

Tereddüt Çizgisi’nde fiziksel hastalık, toplumsal hastalığın bir metaforu. Musa’nın avukatı ülser; davasına bakan hakimin genç yeğeni ölüm döşeğinde. Organ nakli bekleyen hastaların listesi kabarık. İki kız kardeş iyileşme umudu olmayan anneleriyle vedalaşırsa annenin organları birçok hastanın hayatını kurtaracak. Peki annenin organları gerçekten şifa olacak mı? Yoksa çürümüş adalete çanak mı tutacak? 

Cazsız Renksiz bir Ripley

Dickie’nin heyecanla dinlediği caz müziği, Yetenekli Bay Ripley’de başrolde. Doğaçlama tekniğine dayalı cazın coşkusu; müzisyenlerin kontrbas, saksafon, trompet gibi farklı enstrümanları aynı anda ve birbirlerinden bağımsız olarak çalmalarında yatar. Müziğin baştan çıkartıcı uyumsuzluğu, çok farklı kişilikleri içinde barındıran Tom Ripley’nin ruhunu yansıtır. Karakterlerin cazibeleriyle karanlık ruhlarının örtüşmediği film, caz müziği gibi çok sesli ve karmaşık. Oysa dizideki İtalya manzaralarına caz yerine İtalyanca şarkılar eşlik eder. Dizide form ve içerik arasındaki uyum, korkuyu öldürür. 

error: Content is protected !!
Verified by MonsterInsights