Jorge Cuchi’nin yönettiği filmin ilk sahnesinde genç bir kadının, kocasının oğluyla yaşadığı aşk merakımızı uyandırır. Araba kullanan sevgilisine, “Kocam her iş seyahatine gittiğinde uçağı düşsün istiyorum.” diyen kadın, eşi sağ salim eve döndüğünde bunalıma girer. Biz tam senaryodaki “cici anne” fantezisine kapılmışken arabanın aslında bir film seti karavanına bağlı olduğunu görürüz. Arabanın arka koltuğunda saklanan ses sorumlusu, birden ortaya çıkıp tuvaleti geldiğini haykırdığında cinsel gerilim sonlanır. Setteki ışıklar yandığında, “kötü niyetli kimse” anlamına gelen filmin orijinal “Bad Actor” adının sadece kocasının ölümünü arzulayan kadın olmadığını fark ederiz.
Category: Film
Levan Akın, Crossing: daimî bir Geçiş
Türkçede “geçiş” anlamına gelen “crossing” fiili, İngilizcede şimdiki zamanda süregelen bir eylemdir. Filmin açılışında nereden nereye doğru sürüklendiğini bilmediğimiz dalgaların sesi, geçişin henüz tamamlanmadığının bir göstergesi. Her yaştan her kültürden her cinsiyetten karakterler, dalgalarla birlikte bir akışta. Avrupa ve Asya kıtalarını bir araya getiren İstanbul ise arada derede kalan kimliklerin bir metaforu.
Tereddüt Çizgisi’nde hastalık metaforu
Tereddüt Çizgisi’nde fiziksel hastalık, toplumsal hastalığın bir metaforu. Musa’nın avukatı ülser; davasına bakan hakimin genç yeğeni ölüm döşeğinde. Organ nakli bekleyen hastaların listesi kabarık. İki kız kardeş iyileşme umudu olmayan anneleriyle vedalaşırsa annenin organları birçok hastanın hayatını kurtaracak. Peki annenin organları gerçekten şifa olacak mı? Yoksa çürümüş adalete çanak mı tutacak?
Cazsız Renksiz bir Ripley
Dickie’nin heyecanla dinlediği caz müziği, Yetenekli Bay Ripley’de başrolde. Doğaçlama tekniğine dayalı cazın coşkusu; müzisyenlerin kontrbas, saksafon, trompet gibi farklı enstrümanları aynı anda ve birbirlerinden bağımsız olarak çalmalarında yatar. Müziğin baştan çıkartıcı uyumsuzluğu, çok farklı kişilikleri içinde barındıran Tom Ripley’nin ruhunu yansıtır. Karakterlerin cazibeleriyle karanlık ruhlarının örtüşmediği film, caz müziği gibi çok sesli ve karmaşık. Oysa dizideki İtalya manzaralarına caz yerine İtalyanca şarkılar eşlik eder. Dizide form ve içerik arasındaki uyum, korkuyu öldürür.
Origin, kast sisteminde ezilen bir film
Pulitzer ödüllü Afrikalı-Amerikalı yazar Isabel Wilkerson’ın kast sistemi üzerine yazdığı The Origins adlı kitaba odaklanan filmde, geçmişin rüzgarına kapılırız. Ava DuVernay’ın yönettiği filmin açılış sahnesinde savrulan yapraklar; Yahudi soykırımını, Amerika’da 1865’te kaldırılan kölelik sistemini ve Hindistan’da Dalitlerin uğradığı zulmü yüzümüze vurur.
Vincent Ölmeli, Fransa’nın kem gözleri
Fransız yönetmen Stéphan Castang’ın korku ile mizahı buluşturduğu filminde sanki herkes nazara gelmiş. Bilgisayar ya da televizyon ekranında kanıksadığımız şiddet içimizde. Gözler buluştuğunda ölüm kol geziyor.
Kral Şakir ve Ördeklerin Göçü: Çocuk filmlerini nasıl seçelim?
The Zone of Interest’i izledikten sonra yedi yaşındaki oğlumun isteğiyle Kral Şakir: Devler Uyandı filmine maruz kaldım. Baktım sinemadaki çocuklar çok mutlu. Ellerinde patlamış mısırla heyecanla çığlık atıp müziklere eşlik ediyorlar. Filmden sonra oğlum ve sınıf arkadaşına sordum, “Bu filmin konusu ne?” Bana merakla bakan iki çocuk, hikâyeyi özetleyemedi. Biz anneler de filmin ne anlatmaya çalıştığını pek çözemedik. Oysa Ördeklerin Göçü, çocuk filmi olmasına rağmen bende iz bıraktı. Bir göç masalının başardığı neydi?
Memory, kalp ve belleği buluşturan Hatır
Bir alkol bağımlısının “Hatırlıyorum, yaralıydım, kaybolmuştum, umutsuzdum.” sözleriyle başlayan Memory’de hafıza, hayat hikâyemizin güvenilmez bir yazarıdır. New York’ta yaşayan bir sosyal hizmetler çalışanının hafızası, neredeyse bir erken demans hastasınınki kadar bulanık. Demans ya da değil, herkesin anıları eksik ya da çelişkili. Sylvia’nın annesine göre sevgi dolu yuvaları, alkolik kızının kâbusu. Karakterlerin hatıralarına şüpheyle yaklaştığımız film, hasta ve sağlıklı ikileminden uzaklaşıyor.
Oscar Adaylarının Geçmişle Hesaplaşması
2024 Oscar töreninde, sanatın tarihi ve politik rolünü vurgulayan meta-filmler parladı. Christopher Nolan’ın 7 ödül kazanan filminde Oppenheimer, şiir ve resme duyduğu aşkla atom bombasını yaratır. Katledilen Amerika yerlilerine ağıt yakan Martin Scorsese ise David Grann’in Dolunay Katilleri kitabından ilham alır. Hansel ve Gretel’de çocukları fırında pişiren cadıyı bir Nazi subayıyla buluşturan İlgi Alanı, tarihi masallarla yazar. İlk sahneden konusunu bildiğimiz ve merak unsuru taşımayan filmler, geleceğe ümitle bakmaz.
The Zone of Interest, Ürperten bir Huzur
Jonathan Glazer’in yönettiği The Zone of Interest’i diğer Holokost filmlerinden farklı kılan, bize vahşeti göstermeden yaşatması. Peki filmleri çekilmeyen ve müzelerde sergilenmeyen üstü örtülmüş acılar ne zaman “ilgi alanımıza” girecek?