December 3, 2024

Cazsız Renksiz bir Ripley

Dickie’nin heyecanla dinlediği caz müziği, Yetenekli Bay Ripley’de başrolde. Doğaçlama tekniğine dayalı cazın coşkusu; müzisyenlerin kontrbas, saksafon, trompet gibi farklı enstrümanları aynı anda ve birbirlerinden bağımsız olarak çalmalarında yatar. Müziğin baştan çıkartıcı uyumsuzluğu, çok farklı kişilikleri içinde barındıran Tom Ripley’nin ruhunu yansıtır. Karakterlerin cazibeleriyle karanlık ruhlarının örtüşmediği film, caz müziği gibi çok sesli ve karmaşık. Oysa dizideki İtalya manzaralarına caz yerine İtalyanca şarkılar eşlik eder. Dizide form ve içerik arasındaki uyum, korkuyu öldürür. 

Anneliğin kutsallığını sorgulayan diziler

“Annelik kutsaldır.” sözü, bir övgüden uzaktır. Hatta tam tersine ataerkil ideolojide kadınların fedakâr, namuslu ve itaatkâr rollerini destekler. “Melek” annelerin fiziksel ve psikolojik ihtiyaçları olmadığı düşünülür. Yorulmaz, uyumaz, yemek yemez anneler. Varsa yoksa çocuklarıdır. Hele âşık olmak ne hadlerine! Artık diziler, anneleri hapsoldukları yüce mertebeden özgürleştiriyor.

Bahar’ın Beyaz Atlı Prensleri

Jenerikte, “Uyanmaya hazır mısın?” sorusuyla çalan alarm saatinin sesiyle irkiliriz. Uyanış çağrısına, açmakta olan renkli ve zarif çiçekler eşlik eder. Doktorluk kariyerini ailesi uğruna bırakan Bahar, “Bütün çiçekleri koparsanız da baharın gelişini engelleyemezsiniz.” derken kadınları adeta kopartılıp fırlatılan çiçeklere benzetir. Fakat bir kadın ne Uyuyan Güzel ne de kırılgan bir çiçek…

Ne Gemiler Yaktım Neden Final Yaptı?

Dizi, sözde itibarlı ve köklü bir aile içindeki şiddeti cesurca ekrana getirse de bizi anneden oğluna geçen tehlike zincirine hapsedemedi. Gemiyi yakan, klişeler oldu. En affedilmez karakterleri bile gri sularda yüzdürebilirdi dizi. Çetrefilli rollerin üstesinden gelecek oyuncuları ile gemi yürürdü. İşte o zaman dizinin “Kadına karşı şiddete hayır.” mesajıyla derinden yaralanırdık.

Dizilerdeki Türkiye de Değişti

Ve dizilerde bu fırtınaları geçici de olsa dindirebilen tek sihirli güç, aşk! Heteronormatif kurgulanan aşklar, zıt kutuplar arasında köprü kuruyor. Ömer’de müezzinin kendisinden yaşça büyük ve boşanmış bir banka çalışanına, Kızılcık Şerbeti’nde başı açık Doğa’nın tutucu Fatih’e, Magarsus’ta yönetici Damla’nın tahsili olmayan Turgut’a duyduğu aşkla birlikte sınıf, eğitim seviyesi ve inanç farklılıklarına rağmen aynı çatı altında buluşabilecek bir toplum hayaline tutunuyoruz. 

Şahsiyet, İnsan ne zaman ölür

Onur Saylak’ın yönettiği ve Hakan Günday’ın senaryosunu yazdığı GAIN dizisini seyrederken içim sızladı. ÂşıkDaimi’nin “İşin sırrı kendini bilmekte” sözlerine referans veren Şahsiyet, bizi bize anlatıyor. Geçmişi günümüze taşıyan cinayetler şahsiyetimizi sorgularken dizi kendi tarihimiz, müziğimiz ve edebiyatımızdan besleniyor. Başka coğrafyaların değil, kendi iskeletlerimizle yüzleşiyoruz.

error: Content is protected !!
Verified by MonsterInsights