Yer altında büyüyen çatlaklar nedeniyle toprağın aniden çökmesiyle oluşan obruk, 59. Altın Portakal Film Festivali’nin bol ödüllü iki filminde başrolde. Özcan Alper’in Karanlık Gece’si ve Emin Alper’in Kurak Günler’i etnik köken, cinsiyet ve tür ayrımcılığının toplumda yarattığı boşlukları obruk metaforu ile anlatıyor.
Neden bu muhteşem iki film bizi obruğa çekiyor diye düşünürken Casa Botter Sanat Merkezi’nde, Ece Gökalp’ın “Göller ve obruklar” fotoğrafları karşıma çıkıyor. Gökalp, Orta Anadolu’daki göllerin çoğunun kuruduğunu ve bölgede obruk sayısının altı yüzü aştığını vurguluyor. “Düşler, Hakikatler” sergisindeki fotoğraflar, yıllardır medeniyet ve ilerleme düşleriyle doğayı nasıl yok ettiğimizi gösteriyor. Obrukların ürkütücü derinliği ve uçsuz bucaksız gökyüzü bizi bilinmeze sürüklüyor. Sanatçının açıklamasıyla sergi, “doğanın sömürülmesine ve yıkımına yönelik politikaların tetiklediği köklü değişimlerden ötürü, bugüne ve geleceğe dair kaygıya odaklanıyor.” Fotoğraflarda sarı ve turuncu tonlarıyla şiddetlenen susuz, kurak bir gelecek hissi ile bunalıyoruz.
Ece Gökalp’ın obruk fotoğraflarıyla yakaladığı coğrafi boşluk, iki filmde de kültürel bir boşluğa dönüşüyor. Karanlık, kurak günler ve geceler adeta geleceğe dair hayallerimizi sorguluyor.
Kurak Günler’in o baş döndürücü açılış sahnesinde, savcı ve hâkime obruğun karşı eşiğinde bizi bekliyor. Korkutucu güzel olarak betimledikleri obruğun bilinmez boşluğu büyüleyici ve ürkütücü. Tam obruğun içinde kaybolmak üzereyken kamera bizi birden iki hukukçunun arkasına savuruyor. Bir an kendimizi güvende zannediyoruz. Çukurun derinliklerinden yankılandığını hayal ettiğim Stefan Will’in sarsıcı müziği eşliğinde kamera gittikçe yükseliyor ve obruğa kuş bakışı bakıyoruz.
Tutunacak bir ön yargı sunmayan filmde her an boşluğa düşebiliriz. Yanıklar kasabasının dar sokaklarının cazibesine ya da temiz yüzlü savcının masumiyetine kapılamıyoruz. Kasaba hayatının “saf,” “doğal” imajını kıran filmde, yer altından su temin etmek için tesisat döşenmeye başlandığında çöken toprak bir ahırı yutuyor. Seçimlerde halka su vadeden belediye başkanı, yer altı sularının aşırı tüketiminin obruklara yol açabileceğini ispatlayan raporları örtbas ediyor. Böylece halk, kırk yıldır sebep olduğu obruklara yem oluyor. Geriye kalanlar ise zevkle domuz avlıyor, şamata için havaya ateş ediyor, zihinsel engelli bir çingeneye defalarca tecavüz ediyor. Adeta kana bulanmış kasabadaki şehirli savcılar da idealleştirilmiyor. İlkeli Savcı Emre, tecavüz şüphelilerin arasında. Sarhoş olduğu olay gecesini pek hatırlamıyor. Hâkime Zeynep ise hukuksuzlukları itina ile kapatıyor. Her an diken üstündeyiz. Film, bir an bile olsa bize nefes aldırmıyor.
Obruk tehlikesini gün ışığına çıkarmak isteyen Savcı Emre (Selahattin Paşalı) ve Gazeteci Murat (Ekin Koç) ve bu iki araştırmacıya “çifte kumrular” lakabı takan kasabalılar arasındaki boşluk gittikçe büyüyor. Susuz bir coğrafya, tabulaşmış bir aşka filiz verir mi? Bir arkadaşım, iç geçiriyor: “Keşke göl kenarında öpüştüklerini görseydik.” “O zaman mutlu bir anın etkisiyle filmin bize hissettirdiği bu müthiş cinsel ve politik gerilimden çıkardık.” cevabını veriyorum.
Thelma & Louise filmindeki iki kadın sevgilinin polise teslim olmak yerine arabayı Büyük Kanyon’a sürmelerini hatırlatan Kurak Günler’in final sahnesinde, Murat ve Emre gece vakti silahlı bir güruhtan kaçarken obruğun eşiğinde arabadan inip kayıplara karışıyor. Aralarında belediye başkanının da olduğu gözü dönmüş avcılar, “biri düştü” diye haykırırken savcı ve gazeteci birden obruğun karşı tarafında beliriyor. Oldukça yoruma açık final sahnesinde, ötekileştirilen iki erkek belki öteki tarafı seçmiş olsa da gölgelerinin Yanıklar’a musallat olacağını düşünüyorum.
Daha önce Platon’un mağara alegorisi ışığında incelediğim Karanlık Gece’nin de her sahnesi, yer altında oluşan çatlaklar gibi bizi toprağın birden çöküşüne, orman görevlisi Ali’nin bir gece ansızın dövülüp obruğa atılmasına hazırlıyor: Hınçla geyik avlanıyor. Cem Yiğit Üzümoğlu ve Berkay Ateş’in oynadığı Ali ile İshak’ın arkadaşlığı “yarenlik” olarak sıfatlandırılıyor. Vicdan azabıyla öldürdüğü arkadaşının cesedini yedi yıl sonra obruklarda arayan İshak’ın ismi de kurbanın habercisi. Tevrat’a göre Tanrı, Hz. İbrahim’e oğlu İshak’ı dağda kurban etmesini buyurur. Son anda, oğlunu kendisinden esirgemeyen Hz. İbrahim’e İshak yerine kurban etmesi için bir koç gönderir. Fakat kasaba, insana da hayvana da kıyıyor. Linç gecesini ihbar etmek isteyen İshak’ın önce köpeği bıçaklanıyor sonra da kendisi obruğa atılıyor. İshak, obrukta Ali’nin izini sürdüğü karakulak ile hayalinde bile olsa karşılaşınca gözleri şefkatle pırıldıyor. Obruğun içinden dışarıya bakarken havada uçuşan beyaz tanelerle birlikte film korkunç bir huzurla bitiyor.
İki filmde de obruklar, şiddet ve ayrımcılıkla birlikte toplumda gittikçe büyüyen kırılmaları vurguluyor. Eğer çatlaklar durdurulamazsa toprakla birlikte aniden dibe çökeceğiz. “Göller ve obruklar” gibi doğanın yıkımını yüzümüze vuran sergiler ve müziğine, oyuncularına, kurgusuna hayran kaldığım Karanlık Gece ve Kurak Günler gibi filmler sayesinde hiçbir zaman kültürel boşluğa düşmeyeceğimize inanıyorum.