Yedi yaşındaki oğlum ve balerin arkadaşı ile Fındıkkıran Çocuk Balesi’ni izlemeye gittik. Biz anneler, ellerimizde kahvelerimiz ve çocuklarımızın eline tutuşturduğumuz kestaneler ile yürürken yeni yıl heyecanına kapılmıştık. Gençliğimde defalarca konser dinlediğim Cemal Reşit Rey’de ilk kez oğlumlayım. Kırmızı perdenin arasından gördüğümüz görkemli bir yılbaşı ağacının ışıltıları sanki bize göz kırpıyor.
Balenin başlamasını bekleyen oğlum; “Anne bak, çocuklar tablette oyun oynuyor.” diye gösteriyor. “Tablet ile oynadıkları için perdenin rengini, tavandaki geometrik şekilleri ve izleyicilerin heyecanlı ifadesini kaçırıyorlar.” cevabını veriyorum. Ve hep birlikte binanın mimari özelliklerini keşfetmeye çalışıyoruz.
Işıklar sönüp perde açıldığında ise küçük Clara’nın evindeki Noel kutlamasına davetliyiz. Çaykovski’nin bestelerine eşlik eden danslar ve sözlü anlatım, bizi Clara’nın ve partide kendisine hediye edilen bebeğin masal dünyasına sürükler. Sahnenin büyüsüne kapılmışken gözüme beyaz bir ışık ilişir. Parlaklığıyla beni rahatsız eden ışık beni airfryer modelleri ile tanıştırır. Fındıkkıran kaçar ama Efsane Kasım indirimleri asla!
Airfryer fiyatlarını karşılaştıran kadının önünde oturan anne ise oyundan sıkılıp Instagram’daki aile fotoğraflarına bakmaya başlar. Anne kız aplikasyondaki resimleri birlikte kaydırdığında Cemal Reşit Rey’den bir tatil köyündeki anılarına doğru yolculuğa çıkarlar. Sahnedeki Şeker Perisi bile dikkatlerini çekemez. Kızını bale kursuna gönderdiğini öğrendiğim ebeveyn, Fındıkkıran’ı telefon ekranıyla örter.
Baleyi uzun uzun videoya çekenler, kaydettikleri görüntüleri acaba kaç kere izliyorlar? Canlı bir performansı telefonun kamerası ile seyrettikten sonra tiyatroya gitmeye gerek yok. Evde internet üzerinden de izlenebilir. Salondaki görevliler de video çekimi konusunda herhangi bir uyarıda bulunmadı. Baleye olan ilgi, sosyal medyadaki temsilleri ile sınırlı.
Peki gösteri sırasında telefonu elden bırakmayan veliler, çocuklarını sanat aktivitelerine neden getirir? Cemal Reşit Rey’de çektikleri videoları sosyal medyada paylaşıp ne kadar entelektüel çocuk yetiştirdiklerini kanıtlamak için. Fakat bu sözde kültürlü ebeveynlerin sanata ne ilgisi ne de saygısı var.
Çocuklarımızın ekrana bağımlı olduğundan hayıflanırız. Oysa küçüklere ekran aşkını, gözlerini kayan imgelerden ayıramayan aileleri aşılar. Siyah beyaz çizgi filmleri hatırlayan ve ödevlerini kağıt kalem ile hazırlayan jenerasyonum, ne ara sanal dünyaya kapıldı?
Platon’a göre, gerçeklik değil gölgeler dünyasında yaşıyoruz. Yunan filozofun mağara alegorisinde, zincirlenmiş ve yüzü duvara dönük oturan tutsaklar, dış dünyadaki nesnelerin sadece duvardaki yansımasını görür. Belki de yüzyıllardır Platon’un mağarasındayız. Tek farkımız, tutsağı olduğumuz gölgelerin ileri teknoloji tarafından üretilmesi. Yansımalardan ibaret toplumumuzda hepimizin bir maskesi var.
Üç dört yaşlarındaki oğluma cep telefonu vermediğimi duyan endişeli bir komşum, “Kızım çocuğu mahrum etme!” diye beni uyarmıştı. Ekransızlığı yoksunluk olarak nitelendiren bizler demek Platon’un mağarasında mutlu mesut yaşıyoruz.
Çocuklardan önce ebeveynlere ekran kullanımının sınırları öğretilmeli. Tiyatroda cep telefonu kullanılmayacağını ve telefondan yayılan ışığın çevremizi rahatsız ettiğini bilmiyorsak çocukları hiç boşuna baleye götürmeyelim. Müziğin ve hikayenin dansına kapılmadıktan sonra Cemal Reşit Rey’e gitmeye gerek var mı?
Tablet bağımlısı küçük Kiraz’ın hikayesini anlatan Kusursuz Dünya Müzikali’ni yetişkinlere de tavsiye ederim. Özlem Saraç Özcan’ın senaryosunda Kiraz, video oyunu oynamaktan ne arkadaşlarına ne de ailesine zaman ayırır. Parkta oynamak yerine kusursuz dünyayı düşmanlardan korumayı tercih eder. Ama gün gelir sanal dünyanın gerçekliğin yerini tutamayacağını anlar.
Gelin şu ekranlar ile gösteri sırasında vedalaşın. Sanatın sihirli dünyasına çocuklarınızla birlikte siz de katılın.