Hakan Kırvavaç’ın yönettiği ve Melis Civelek ile Zeynep Gür’ün senaryosunu yazdığı Kızılcık Şerbeti, ikinci sezonda tekrara düşüyor diye yazmak üzereyken 17 Kasım’da yayımlanan bölümüyle doğum sonrası depresyonu ele aldı. Dizilerde mutlu, şefkatli, uykusuz gecelere rağmen yorulmayan yeni anne figürlerini seyrederken ebeveyn olmanın zorluklarını pek görmedik. Kızılcık Şerbeti annelik, evlilik ve boşanma ile ilgili tabularımızı başarıyla kırıyor.
Dizinin zengin ve muhafazakâr çifti Abdullah ve Pembe Ünal’ın sonradan tesettüre giren gelini Nilay (Feyza Civelek), heyecanla oğlunun doğmasını bekler. Hamilelik haberini alır almaz çocuğun odasını hazırlamaya başlayan ve hatta gideceği okulları araştıran Nilay ile ailesiyle birlikte biz de dalga geçeriz. Kadınların mutluluğunu ne zaman, ne kadar ve nasıl yaşayacağını çevresi belirler. Duyguların belirli bir takvim çerçevesinde hissedilmesi beklenir. Daha doğmamış bebeğin geleceği için heyecanlanan anne adayına, başına gelebilecek olası felaketler anlatılır ki sevinci kursağında kalsın.
Bebeği için kalbi pır pır atan Nilay, doğum sonrası bunalıma girmez mi! “İçimden resmen bir insan çıktı. Ama ben hiçbir şey hissetmiyorum, bu normal mi? Sanki duygularım alınmış gibi” der. “Boş ver şimdi duyguları” diye çıkışan kayınvalidesi Pembe (Sibel Taşçıoğlu), gelininin endişesini hiçe sayar. “Ben üç çocuk büyüttüm. Hiç bunalıma falan girmedim. Bizim zamanımızda yoktu böyle şeyler. Sonradan moda oldu” diye söylenir. Hayatını çocuklarına adamış ev kadını için depresyon modern çağın icadıdır. Anneliğe hazır hissetmeyen gelinini okuyup üfler. Psikolojik destek sağlamak yerine “tuhaf” gördüğü geliniyle arasına duvar örer. Nilay’ın şansı, eltisi Doğa’nın lohusa bunalımını doğal karşılaması ve anne olduğundaki şaşkınlığını paylaşıp onunla empati kurması. Evdeki hizmetçilerin yardımıyla alışma sürecini geçirmesi. Birçok yeni anne toplum tarafından kabul görülmeyen duygularıyla kim bilir tek başına nasıl savaşıyor.
Kızılcık Şerbeti, belki de ilk defa emzirmeyi kutsamak yerine ne kadar zorlu bir süreç olabileceğini ekrana yansıtıyor. “Anne yapamam şu an ne olur çok acıyor” diye haykıran Nilay’a kayınvalidesi hayretle bakar. Gelininin karın ağrısını ve mide bulantısını “şımarıklık” ve “kapris” olarak nitelendirir. “Bunalımda da olsan bunalımlı halinle emzireceksin çocuğu” diyerek gelinini kocasına şikâyet eder. Pembe’ye bir annenin kendisini de düşünmesi gerektiği öğretilmemiş ki gelininin fiziksel ve psikolojik ihtiyaçlarına duyarlı olsun.
Birçok kadın gibi Nilay da ismini özgürce seçemediği oğluna kayınpederinin adını verir. Abdullah dedesinin “ağırlığını taşıması” beklenen bebeğe kısaca Apo Junior denmesi olay olur! Pembe, laik gelini Doğa’nın (Sıla Türkoğlu) kızının adını Pembe değil de Cemre koymasına içerler. Ataerkil geleneklerin sürdürülmesinde Pembe kocasından çok daha ısrarcı. Kendisine bahşedilmeyen özgürlükleri çocuklarına da yaşatmıyor. Ve böylece hapsolduğu baskı zinciri devam ediyor.
Ailede herkes gözetleniyor. Malikaneden kim ne zaman çıkıyor, nereye gidiyor ve kaçta dönüyor belli. Gelinlerin, bebeklerini bakıcılara bırakıp sosyalleşmelerinin pek hoş karşılanmadığı evde erkekler de özgür değil. Abdullah (Settar Tanrıöğen), kızı Nursema’nın kocası Umut’un barda şarkı söyleyip sabaha karşı eve dönmesine kızar. Gece kulübünde değil, aile şirketinde çalışmasını emreder. Kızı Nursema’ya sormadan ona uygun görmediği sekreterlik işinden kovdurur. Kimse hür iradesine göre yaşayamaz. Gelini Doğa’nın teyzesi Alev’i (Müjde Uzman) seven Abdullah Bey dahil.
Şerbet tadından uzak nikahlarda keramet yok! Abdullah’ın genç ve güzel bir kadına olan ilgisi sebebiyle diken üstünde yaşayan Pembe’nin hayatı toz pembe değil. Aldatıldıktan sonra boşanan gelini Doğa, sırf kızı için eski eşiyle aynı evde yaşar. Kıvılcım’ın büyük aşkla evlendiği Ömer ise amansız hastalığını karısından gizlemek için “başkasına âşık oldum” yalanına sığınarak evi terk eder. Dizinin tek seküler çifti Alev ile Rüzgar’ın da zamanla fırtınada tutuşacağını hissediyoruz.
Alev’in, yeni boşanmış ablası Kıvılcım’ı, adliyenin önünde sürpriz bir kutlamayla karşılamasına bayıldım. Dizi, mahkemede çalan “Nasip Değilmiş” şarkısının ayrılık sonrası “solan gençliği,” yalnızlığı ve “ağlayan gönlü” betimleyen sözlerini yerle bir etti. Alev’in, hareketli bir müzik eşliğinde, bir düğün arabası gibi süslediği aracından inmesiyle içim açıldı. “Evlilik gibi boşanmak da yeni bir başlangıç. Hep evlenmeler mi kutlanacak canım biz de boşanmayı kutluyoruz artık özgürsün baby. Ay gidenlere güle güle hadi oynayın” diyerek ayrılığın bir trajedi olarak nitelendirilmesini çok güzel eleştirdi.
Evliliğin mutlu son olmadığı dizide farklı inançlara ve aile yapısına sahip karakterler zor da olsa diyalog kurmaya çalışıyor. Bir zamanlar dindarları hor gören Kıvılcım’ın ön yargılarını aşmaya çalışması ve türbanlı Nilay’ın başı açık eltisinden annelik tavsiyesi istemesi bile güzel bir başlangıç. Anneliği ya da evliliği kutsamayan ve boşanmayı normalleştiren dizi bana umut veriyor.