Murat Gülsoy’un tarih ve hikâyeyi birleştiren romanında, Vasıf Ekrem Yelda’nın 1967’de bir gazeteciyle yaptığı söyleşiyi okurken kışkırtıcı bir gerçeklik fantezisine kapılıyoruz. Unutulmuş bir ressamın ses kayıtlarına kendimizi kaptırıyoruz. Ressamın, röportajdan hemen sonra öldüğünü ve “varisiyle girişilen hukuk mücadelesi” on yıl sürdüğü için kitabın yayımlanmasının geciktiğini öğrenince içimiz sızlıyor. Sonunda eserleri gün ışığına çıktığı için seviniyoruz. Ressam ve erkek modelini gördüğümüz romanın kapak resminde, Vasıf’ın aşk hayatına dair ipucu arıyoruz. Fakat biz gerçeklik peşinde koştukça meta-roman, kurgusallığını adeta yüzümüze çarpıyor.
Tutkuyla aradığımız gerçekliğe kavuşamayacağımız, romanın “gizli” ve “tarih” kelimelerini buluşturan başlığından belli. Vasıf’ın Fransız ressam Paul Cezanne’dan yaptığı alıntı, romanın kurgusunu yansıtıyor: “Tabiata bakarak çizmek kopya etmek değildir, kişinin hissiyatını tuvale nakşetmesidir” (222). Vasıf, Bedri Rahmi, Aliye Berger, Feyhaman Duran gibi kurgusal ve gerçek ressamları buluşturan roman, Türkiye’nin modern resim tarihini tuvale taşıyor. Romanın başlığındaki “gizli” kelimesi tarihe ayna tutmak yerine sadece bir kapı aralayacağını hissettiriyor. Ve bu kapıdan gözümüze ilişen söyleşi, resim betimlemeleri ve gazete kupürleriyle kurgulanan bir geçmiş.
Söyleşinin başlarında Vasıf, güvenilir anlatıcı kimliğinden sıyrılıyor: “Otobiyografiye oldum olası şüpheyle yaklaşırım. […] insan tam manasıyla kendini anlatamaz, ya abartır yüceltir ya da aşağılık kompleksiyle yerin dibine geçirir” (44). Kalbini kırdığı yakınlarına kendini affettirmek için olayları lehine çevirerek aktarabileceğini söylüyor. Nitekim, okuduğumuz Vasıf’ın mı yoksa kendisiyle özdeşleştirdiği İngiliz yazar Oscar Wilde’ın “yakışıklı” ama “acıklı” (271) karakteri Dorian Gray’in “gizli aşklar tarihi” mi bilinmez…
Bu çok katmanlı kitapta, Vasıf aşkı Fatma Belkıs’ın, Gülsoy da Vasıf’ın portresini çiziyor. Yazar da Vasıf da modellerinin çok yönlü olduğunun farkında. Ne kadar dikkatle çizseler de resmettikleri ellerinden kayıp gidiyor. Vasıf, Sigmund Freud’a atıf vererek farklı kişilikleri barındırdığımızı vurguluyor: “İçimizde bizim farkında olmadığımız ama bizi idare eden başka biri var. Hatta birileri var. […] Sizin resminiz de isterim ki bütün o hayaletleri hissettirsin” (201). Nitekim, Fatma Belkıs’ın portresinde sevdiği kadın kadar kendisini de görüyor. Vasıf’ın karakteri de babası, ressam amcası, sevgilileri ve etkilendiği sanatçılar üzerinden kurgulanmış. Yaşlandığında, Farsçada “en uzun gece” anlamına gelen ve Vasıf’a ölümü çağrıştıran Yelda soyadını alan bu çok kişilikli karakterin ismi bile sabit değil (240). Geçmişin hayaletlerini Vasıf’ta görürken kendi kimliğimizin de yüzleşmek istemediğimiz gölgelerden oluştuğunu hissediyoruz.
Bireyin kolaj şeklinde resmedildiği kitapta aşk değişken bir duygu. Vasıf’a göre çok kişilikli benliğimiz aşkı bir kişiye ve tek cinsiyete sınırlayamaz. Gizli Aşklar Tarihi de doğrusal bir zamanda ilerlemiyor. Ressamın aynı anda Paris’teki hocası Georgette Valané, yeğeninin eşi Fatma Belkıs ve ismi “genç savaşçı” anlamına gelen Marcel Chevalier’e olan hisleri paralel anlatılıyor. Aşklarını tasvip etmeyen gazeteciye/okuyucuya cevabı hazır: “Ne o? Yüzünüzde tuhaf bir ifade oluştu. Erkeğin erkekten hoşlanması sizi rahatsız mı etti? Şaşıracak ne var?” (96). Divan şiirlerinde ve “Grek medeniyetinde” erkekler arası ilişkilere referans vererek aşkın cinsiyeti olmadığını söylüyor. “Belki aşk da sanattır” diyerek “saf” ve “doğal” bildiğimiz aşkın aslında sanat kadar kurgusal bir his olduğunu ima ediyor (217). Kimsenin kalbini ele geçiremediğini vurgulayarak aşkın gözü kördür mitini sorguluyor.
Romanda birbirini bölen aşk hikayeleri gibi röportaj da Vasıf’ın gazeteleri, kitapları, boya malzemeleri, aksesuarları, aldığı davetiyeler, sergi ilanlarından oluşan “Galeri” sayfalarıyla kesiliyor. Gülsoy adeta müzesinde bize eşlik ediyor. Referans verdiği kurgusal ve gerçek tablo ve fotoğrafları kelimelerle resmediyor. Resimlere bakmak yerine yazarın yorumu üzerinden sanat eserlerini hayal ediyoruz. Elif Kaymazlı, 20 Nisan 2023 tarihli yazısında şöyle diyor: “Betimlediği o resimleri görsel olarak da koysa daha akılda kalıcı olacağını düşündüm. Nasıl resimler olduğu insanın merakını cezbediyor.”[1] Oysa romanın en sevdiğim özelliği, merakımı hiç gidermemesi. Vasıf’ın yarım kalmış aşkları gibi galerilerin aklımıza sabitleyeceğimiz imgeler sunmaması.
Ne kadar Ressam Vasıf’ın hikayesini okusak da asıl ressam kelimelerle çizen Murat Gülsoy. Vasıf, “Bu resim ne zaman bitecek diye merak ediyorsunuz değil mi? Aslında hiç bitsin istemiyorum […] Ama her güzel şeyin bir sonu vardır.” dediğinde bitmesini istemediğimiz elimizdeki kitap (309). Ve edebiyat teorisiyle harmanlanmış bu kitap kendini pek ciddiye almıyor. Vasıf, kendinden önceki eserleri hatırlatan sanatın orijinal olamayacağını savunurken birden gazetecinin böreklere dokunmadığından hayıflanıyor. Gülsoy’un biyografi-roman ve yazı-görsel arasındaki duvarları kırarak tuvaline yansıttığı Türkiye’nin resim tarihi hiç bitmesin istiyoruz.
Kim bilir belki yapay zekâ programı ile oluşturulmuş ve Retrospektif sergi kataloğunda yer alan Ressam Vasıf’ın resimleri, bir müzede sergilenir ve gazeteci ile röportaj yaptığı evde geçmişin izlerini süreriz.
[1] https://www.edebiyathaber.net/murat-gulsoydan-ressam-vasifin-gizli-asklar-tarihi-elif-kaymazli/