Biz sanatseverler gerçeklik fantezisine kapılırız. Heyecanla takip ettiğimiz hikayelerin otantikliğine inanmak isteriz. Bu gerçeklik sanrısıyla sinema ve edebiyatta sempati duyduğumuz karakterlerle birlikte ağlar ve güleriz. Oysa sanatın İngilizcesi “art,” yapay anlamına gelen “artificial” kelimesinden gelir. Sanat doğal değil, kurgusaldır.
Kızılcık Şerbeti’nde Annelik Temsilleri
Kızılcık Şerbeti, belki de ilk defa emzirmeyi kutsamak yerine ne kadar zorlu bir süreç olabileceğini ekrana yansıtıyor. “Anne yapamam şu an ne olur çok acıyor” diye haykıran Nilay’a kayınvalidesi hayretle bakar. Gelininin karın ağrısını ve mide bulantısını “şımarıklık” ve “kapris” olarak nitelendirir. “Bunalımda da olsan bunalımlı halinle emzireceksin çocuğu” diyerek gelinini kocasına şikâyet eder. Pembe’ye bir annenin kendisini de düşünmesi gerektiği öğretilmemiş ki gelininin fiziksel ve psikolojik ihtiyaçlarına duyarlı olsun.
A. S. Byatt’ın ardından “Çeşm-i Bülbülün İçindeki Cin”
Byatt’ın, kendisi gibi Binbir Gece Masalları’ndan esinlenen 19. yüzyıldaki Avrupalı gezginlerden farkı, egzotik İstanbul tahayyülleri üzerinden İngiltere’de kadınlara dayatılan güzellik standartlarını eleştirmesidir.
Bir Düşüşün Anatomisi: Müzik ve Mekânın Büyüleyici Tezatlığı
2023 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’yi alan Justine Triet’in filmi, ilk sahnesindeki mekân ve müziğiyle seyirciyi mıknatıs gibi çekiyor. Uçsuz bucaksız, ıssız, karla kaplı Fransız Alpleri’nde üç katlı bir dağ evindeyiz. Evin salonundan çatıya çıkan merdivenlerin başındayız. Parmaklıklı tırabzanlar, korkuluklar ve sandalyelerle hapishaneyi andıran ahşap evin üst katına davetliyiz. Görüşümüzün parmaklıklarla kısıtlandığı evde, hayatını evlilikle sınırlandıramayan Sandra (Sandra Hüller) gibi tutukluyuz. Çatıdaki üçgen pencerelerden aşağıya farklı çerçevelerden baktığımızda, Samuel’in (Samuel Theis) güya karısı uyurken balkondan düşüşünün tek bir anatomisi olamayacağını hissediyoruz. Savcı, avukat ve polisin aynı roman yazarı çift gibi senaryolar ürettiği meta film, cinayet mi kaza mı ikilemimizle adeta dalga geçiyor.
Frankenstein Uyarlaması Yaratılan’ın Yaratamadığı Ne?
Yaratılan, hiç bilmediğimiz Osmanlı rivayetleriyle örülü bir senaryoda dirilebilirdi. İşte o zaman tarihimizin susturulmuş hortlaklarıyla yüzleşebilirdik. Osmanlı’yı kendi efsanelerinden çok bir İngiliz romanı ve İngilizce bir şarkı üzerinden resmeden dizi, geçmişe farklı bir bakış açısı kazandırıyor mu?
Dolunay Katilleri: Amerikan Tarihine Yakılan Bir Ağıt
Üç buçuk saat süren filmin neredeyse hiç ilerlememesinin sebebi, her ırkın eşit olduğu bir Amerika hayaline tutunmaması. Toplumsal değişime inancı olmayan Dolunay Katilleri’nde bir doruk noktası yok. İlk sahneden konusunu bildiğimiz ve merak unsuru taşımayan film, geleceğe ümitle bakmıyor.
Kan Portakalı Magarsus
Magarsus Antik Kenti’nin sahil ilçesindeki narenciye ekonomisine hâkim Halil Kurak’ın (Ercan Kesal) ölümüyle alevlenen iktidar savaşında, dizinin açılış sahnesinde üzerine kan damlayan portakallar başrolde.
Kuru Otlar Üstüne’nin Uzun, İnce ve Çıkmaz Yolu
Türkçeye “hareketli resim” olarak çevirebileceğimiz, İngilizcede sinema filmi anlamına gelen “motion picture”ın ruhunu yakalayan bir tablo-film Kuru Otlar, sanki bir enstantaneler silsilesi.
Yargı’nın Funda Arar ve Caspar David Friedrich ile Muhteşem Dönüşü
Senarist Sema Ergenekon ve yönetmenler Ali Bilgin ve Beste Sultan Kasapoğulları, gözü yaşlı aşıkların uzun uzun bakıştığı alışılagelmiş sahneler sunmak yerine bizi sahnede Funda Arar’ın üzerine oturduğu enstrüman taşıma kutusundaki maktulle göz göze getiriyor.
Murat Gülsoy, Ressam Vasıf’ın Gizli Aşklar Tarihi
Murat Gülsoy’un tarih ve hikâyeyi birleştiren romanında, Vasıf Ekrem Yelda’nın 1967’de bir gazeteciyle yaptığı söyleşiyi okurken kışkırtıcı bir gerçeklik fantezisine kapılıyoruz. Unutulmuş bir ressamın ses kayıtlarına kendimizi kaptırıyoruz.