December 30, 2024

Selcen Ergun, Kar ve Ayı’nın Karanlık Beyazlığı

Filmin tüyler ürpertici açılış sahnesinde, uçsuz bucaksız ve karla kaplı bir ormanın virajlı yollarında dönen bir arabanın peşindeyiz. Henüz arabada kimin nereye gittiğini bilmediğimiz sahnedeki beyazlık gözümüzü kamaştırıyor. Dönemeçleri izleyerek ormanın büyüsüne kapıldığımız sahne, bana William Butler Yeats’in İkinci Geliş (1919) şiirinde, döndükçe büyüyen ve okuyucuyu içine çeken girdabını hatırlatıyor. İrlandalı yazarın eserinde, parçalanmış modern dünyanın döngüsünden çıkış yoktur. Anarşinin kol gezdiği toplumda her daim savruluruz. Şiirdeki girdap gibi filmdeki gizemli orman da bizi içine çekiyor. Mecburi hizmetini Akçeken Sağlık Ocağı’nda tamamlayacak olan Aslı Hemşire’nin arabasıyla birlikte kara saplanıyoruz. Kar fırtınasının tedirgin edici uğultusunu başarıyla yansıtan filmin müziği, üstümüze gelen devasa ağaçlarla birleştiğinde Aslı (Merve Dizdar) ile girdiğimiz ormanda mahsur kalacağımızı hissediyoruz.

Bir türlü erimek bilmeyen karın görüşü bulandıran kuvvetli ışığı, kasabadaki cinsiyet ve tür ayrımcılığının üstünü örtmüş. Yönetmenin başarısı, Akçeken’e egemen karı, hiçbir sahnede romantikleştirmemesi. Film taşrada geçse de karın dondurucu soğuğu Aslı’nın şehirli ailesine de hâkim. Annesi, Aslı’nın “kız başına” dağ başında çalışmasına karşı. Babası ise kızına sorma gereği duymadan torpille tayinini istiyor. Görevine devam etmekte kararlı kızına küfrederek telefonu kapatıyor. Sanki anne-babanın gözleri, karın parlak beyazlığıyla kamaşmış ve idealist kızlarını görmez olmuşlar.

Sağlık ocağını tek başına çeviren, yalnız yaşayan, gecenin karanlığından korkmayan genç bir kadın, erkek egemen kasaba için bir tehdit. Riskli bir hamilelik geçiren Cemile’ye bütün gün yatıp dinlenmesini söyleyen hemşire, karısını kasap dükkanında çalıştıran kocasının işine sekte vuruyor. Bir gece işten eve yürüyen Aslı’ya, “Biz cahil miyiz? Ben karımı düşünemiyor muyum?” diyerek onu alkollü nefesiyle korkutuyor. Bir kadının kocası varken ne haddine hemşireden akıl istemek?

Bir gece fenalaşan Cemile’nin evine Aslı’yı getiren muhtarın, iki kadını yatak odasının kapısının arasından bir tiyatro gibi seyretmesini hiç unutmayacağım. Yargı dizisinden tanıdığımız Muttalip Müjdeci, muhtar rolüne ne kadar yakışmış! Öyle bir keyifle çayını yudumlayıp muayeneye muhtarlık ediyor ki kadınların her daim göz altında olduğunu görüyoruz. Hemşire-hasta mahremiyeti bile yok.

Karın aydınlığı erkeklerin gözlerini o kadar karartmış ki kendilerini ormanın kralı ilan etmişler. Rakı sofrasında kasabaya inen bir ayıyı vurmakla böbürlenen Kasap Hasan’a, ormanda ayılara yem veren Samet (Saygın Soysal) soruyor:

Hiç mi canının kıymeti yok? Ayı sen ben vuralım diye mi yaratıldı?

Biz adam mı vurduk? Hadsiz. […] Öbür ayı inerse onu da vururum.  Vurmayan şerefsizdir.

Bir erkeğin şerefi, ayıyı öldürebilme cesareti ile ölçülüyor. Kasabalılar, birbirlerini “hayvan herif” ve “ayının soyu” diyerek aşağılıyor. Jandarma, kayıp Hasan’ı ormanda ararken biri ayı korkusuyla havaya kontrolsüzce ateş ediyor. Dağda izini sürdükleri Hasan mı, ayı mı, yoksa kendi zayıflıklarını hayvana karşı şiddet uygulayarak kapamaya çalışan benlikleri mi bilinmez.

Asıl tehdit, hiç görmediğimiz efsanevi korkunçluktaki ayılar değil kendimiz. Aslı, Samet ile ormanda yürürken karşısına bir ayı çıkıyor. “Karda ayı olmaz” diyen Samet’in tepki göstermediği bu ayı gerçek mi? Yoksa kendisini sözlü taciz eden Hasan’ı iterek yokuş aşağı yuvarlanmasına ve donarak ölmesine sebep olan kendisi mi? Gerçeği jandarmadan saklayan ve her akşam olay yerinden sakinlikle yürüyen Aslı, belki dağdaki ayı kadar tehlikeli. Aslı’nın hayali olduğunu düşündüğüm ayıda kendi karanlığını görmesiyle film, tür ayrımcılığını başarıyla kırıyor. 

Hiçbir canlı türünün, cinsiyetin, karakterin, kasabalı ya da şehirlinin idealleştirilmediği filmde herkes öldürücü bir beyazda birleşiyor. Kasap Hasan ayıyı öldürüyor, masum görünümlü hemşire cinayet şüphelisi ve hayvansever Samet, Hasan’ın cesedini yok ediyor. “Ben o akşam gördüm sizi. Sen de kasabalılar gibisin. Herkesi suçluyorlar. Kendilerine bakmazlar. Donup kalmıştı adam” diyen Samet, Aslı’nın asıl kendisiyle hesaplaşması gerektiğini vurguluyor. “Jandarmaya gidelim” diyen Aslı’ya, “Baştan gitseydin ya” cevabını vererek iyi niyetini sorguluyor. Yeats’in şiirinde olduğu gibi herkesin birbirine düştüğü dünyada masumiyetten eser yok.

Kendi içlerindeki canavarla yüzleşmek yerine ayıları mitolojik bir figüre döndüren kasabalılara göre yokuştan düşen sarhoş Hasan, ayılara yem olmuş. Tabanca sesleri ve Aslı’nın sessizliğiyle biten film, içimizdeki tehlikeyle yüzleşmediğimiz sürece günah keçisi yaratma kültürünün devam edeceğini ima ediyor. Suçlar araştırılmak yerine varlığından emin olamadığımız ayıların üzerine atılacak. Ve virajlarında sürüklendiğimiz baş döndürücü ormandan belki de hiç çıkamayacağız. 

Bir eleştirmen, Aslı’nın Akçeken’e gelmeden önceki hayatını bilmediğimiz için sıkışmışlığını hissedemediğini yazmış. Bence Merve Dizdar’ın kar rengi teni, hüzünlü bakışları, arabasının kırık camı ve kendisine küs ailesinden başka arayacak kimsesinin olmaması yalnızlığını ve çaresizliğini resmediyor. Saygın Soysal da karakterinde vicdanı ve tekinsizliği buluşturmakta çok başarılı. Bu yıl Belgrad ve San Francisco Uluslararası Film festivallerinden ödüllerle dönen Selcen Ergun’un filmini tek başıma seyrettiğim salon dolsun istiyorum. 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

error: Content is protected !!
Verified by MonsterInsights