Filmin jeneriğinde, gergin bir müzikle dalgalanan mavi blokları izlerken sanki ayaklarımızın altından yerin kaydığını hissederiz. Güçlükle takip ettiğimiz ve bir gökdelenin dış cephesini hatırlatan ışıltıların, grafiker Vincent’in bilgisayarından yansıdığını fark ederiz. Gözümüzü kamaştıran mavilik, gerçek ve sanal dünyalar arasındaki sınırları zorlar. Fransız yönetmen Stéphan Castang’ın korku ile mizahı buluşturduğu filminde sanki herkes nazara gelmiş. Bilgisayar ya da televizyon ekranında kanıksadığımız şiddet içimizde. Gözler buluştuğunda ölüm kol geziyor.
[Spoiler içerir.]
Ofis masasında, “Lütfen Rahatsız Ediniz” yazısı olan Vincent (Karim Leklou), çalışırken ansızın iki kere saldırıya uğrar: Bir stajyer, birdenbire diz üstü bilgisayarla kafasına defalarca vurur. Bir muhasebeci de tükenmez kalemle boynunu şişler. İnsan Kaynakları Müdürü, herkesin kontrolünü kaybedebileceğini söyleyerek iş yerinde geçirilen cinneti normalleştirir. Neredeyse gözünü patlatacak çalışanlardan şikayetçi olmamasını ister. İki vaka, hiç yaşanmamışçasına unutulur. Failler fütursuzca ofislerine kurulurken yara bere içindeki genç adam, güya dinlenmesi için ofisten uzaklaştırılır. Çalışanların huzuru adına mağdurun cezalandırılması gülünçtür. Vincent’ın psikoloğu bile “gergin” mizacıyla belayı bir mıknatıs gibi çeken hastasının suçlu olduğuna inanır.
Oysa “suçlu,” bir ilişkinin kilit anahtarı olan göz teması. Çocukluğumuzdan itibaren konuştuğumuz kişinin gözlerine bakmayı öğreniriz. Kadehler kalktığında, eller tutuştuğunda gözler tebessümle buluşur. Sevgi, gözlerden yansır. Fakat Vincent’ın göz göze geldikleri, onun gırtlağına sarılıyor. “Gözler ruhun aynasıdır.” derler. Gözlerin davetiye çıkardığı şiddet, ruhumuza işlemiş.
Göz teması kurmaktan korkan Vincent, her an tetikte yaşar. Ellerini ısıran komşu çocuklardan yaka paça kurtulsa da apartmanda neredeyse linç edilir. Gözlerden ırak yazlığına taşınsa da kem gözler ensesinde. Eve gelen tamirci, arkadaşı, postacı potansiyel katil. Kapıları hep kilitli, perdeleri hep örtülü Vincent’ın. Dövüş tekniklerini öğrenerek güçlenir. Yanında taşıdığı bayıltıcı gaz ve kelepçe ile kendini korur. Bir restoranda güvenle yemek yiyemeyeceği hayatı bir kâbustur.
Öldüren gözlerin hakim olduğu dünyada herkes yalnız. Apartmanda ve ofiste dışlanan Vincent, teselliyi babasında bile bulamaz. Baba evindeki odası tadilatta olduğu için bir gece bile kalmasına müsaade edilmez. Âdeta kovulduğu evinden gece vakti yollara düşer. Aile fertlerinin birbirleriyle dayanışmadığı dünyada, insanların tek dostu buldoklar. İnsanların aksine köpeklerin gözleri baktığına zarar vermiyor. Vincent da aradığı sevgi ve güveni, sadık köpeği Sultan’da bulur.
Filmin en ürkünç tarafı, insanların saldırganlaşmaları için ölüp dirilmelerine ya da virüs kapmalarına gerek olmaması. Gözleri donuk ve kıyafetleri yırtık hortlaklardan irkiliriz. Ötekileştirilen zombiler, kıyametin habercisidir. Fakat filmde, fiziksel görünüm, yaşanan vahşetle özdeşleşmiyor. Kahve içtiğimiz iş arkadaşımız ya da trafikte göz göze geldiğimiz güleç bir kadın, zombi kadar tehlikeli.
Bizi dehşete düşüren, saldırıların bir sebep sonuç ilişkisine dayandırılmaması. Öldürme arzusu, intikam ya da salgın hikâyesiyle açıklanmıyor. Vincent, kendisi ile aynı kaderi paylaşan bir üniversite hocasına, yaşadıkları kâbusun nedenini sorar. Hayatta kalabilmek için karısından ayrılan evsiz profesöre göre asıl soru “Neden?” değil, ne kadar zamanları kaldığıdır. Fakat ne rastgele cereyan eden kavgaların sebebi ne de ölüm zamanı belirsiz. Her an her yerde tehlike çanları çaldıkça paranoyamız artıyor.
Nitekim, Vincent gün gelir mağduru olduğu şiddetin faili olur. Güçlü-zayıf ikilemini başarıyla kıran filmde, hepimiz kurban hepimiz suçluyuz. Yaşlı, çocuk, kadın, erkek herkesin eli kana bulanıyor.
Jenerikteki mavi bloklar gibi dalgalanarak büyüyen türbülansta, Vincent aşka tutunur. Fakat garson Margaux (Vimala Pons) ile ilişkisi gelgitli. Uyurken ansızın birbirlerinin boğazını sıkan çift, güvenlik adına kelepçe takar. Aşkın ömrü, göz temasının kesilmesine bağlı. Son sahnede Margaux, gözlerini siyah bir kuşakla bağladığı Vincent ile tekne yolculuğuna çıkar. Demek ki aşkın anahtarı, kabullendiğimiz bir karanlıkta gizli.