December 21, 2024

Yargı’nın Funda Arar ve Caspar David Friedrich ile Muhteşem Dönüşü

Üçüncü sezonun açılış sahnesinde, Funda Arar’ın açık hava konser provasına adeta kuş uçuşu iniş yapıyoruz. Söylediği şarkının, “Dön gel /Vaktimiz daraldı/ Zaten şu yalan dünyada/ Yen inadı sevdiğim” sözleri içimize işlerken öldüğünü sandığımız Savcı Ilgaz’ın döneceğini biliyoruz. Yas tutan karısı Ceylin’le Alaçatı sahilinde kavuşacağı ağlatıcı güzellikteki sahneyi heyecanla bekliyoruz. 

Fakat Yargı’nın bize ve sevgililerin birbirine döneceğine dair heyecanımız, şarkıyı yarıda kesen bir cesetle bölünüyor! Senarist Sema Ergenekon ve yönetmenler Ali Bilgin ve Beste Sultan Kasapoğulları, gözü yaşlı aşıkların uzun uzun bakıştığı alışılagelmiş sahneler sunmak yerine bizi sahnede Funda Arar’ın üzerine oturduğu enstrüman taşıma kutusundaki maktulle göz göze getiriyor. 

Konser sahnesinin muhtemel bir olay yerine dönüşmesiyle “dön gel, yak gel, sat gel” şarkı sözlerinin gerçekleşmeyeceğini ve “yorgun kalpli” aşıkların birbirlerini affetmeyeceğini hissediyoruz. Ne Ilgaz ne Ceylin, Arar’ın “yen inadı sevdiğim” çağrısına kulak verecek. Uğur Aslan’ın oynadığı Eren Komiser’in “deli kalabalık, sahnede ceset, sıcak, karnım aç” diye söylenerek olay yerine yaklaşmasıyla şarkının iç yakıcı etkisinden çıkıyoruz. 

Peki, Yargı’nın birçok sahneyi müzikle dolduran Türk dizilerinden farkı ne? Örneğin, terk edilmiş bir sevgili ekranda hüngür hüngür ağlarken Sezen Aksu’nun “Sen Ağlama” şarkısı çalar. Fakat dinlediğimiz şarkı ve izlediğimiz sahne arasındaki birebir uyumun senaryoya katkısı yoktur. Eğer Yargı, Arar’ın “Dön Gel” parçasını Ceylin’in öldü bildiği kocasına sarılırken çalsaydı, şarkıyla Ilgaz’ın dönüşü arasındaki paralellik, çekilen hasreti melodrama dönüştürürdü. Hem şarkıda hem ekranda tekrarlanan dönüş temasından bunalırdık. Oysa şarkıdaki “dön gel” çağrısıyla birlikte çiftin kavuşacağını umduğumuz anda kamera cansız bedene odaklanarak bizi aşk masalımızdan uyandırıyor. 

Şarkı ve sahnenin çelişkili diyaloğundan beslenen senaryoda, farklı zamanlar birbiriyle çarpışıyor. Karakterlerin beş sene sonraki hayatlarını işlerken olayların neden ve nasıl geliştiğini açıklayarak seyircinin merakını dindirmeye çalışmıyor. Cinayet şüphelisi Parla nasıl hukuk okudu, ailesi havuzlu bir villada yaşayacak kadar nasıl zengin oldu, Komiser Eren sevgilisiyle nerede tanıştı gibi belki de senaryo için elzem olmayan soruları tek tek cevaplamıyor. Aslında bir film rulosu gibi aşağıdan yukarıya ilerleyerek karakterlerin hayatlarından farklı kesitler gösteren jenerik, aradan geçen beş yılla ilgili ipuçları veriyor. Doğrusal zamanda ilerlemeyen ve didaktik açıklamalardan kaçınan dizide seyirci, izleri takip eden bir dedektife dönüşüyor.

Senarist, bazı karakterleri mimiklerinden kıyafetlerine kadar yeniden yaratmaktan korkmamış. Seyircinin beklentisinin aksine kişilerin aynı çizgide kalamayacağını sergiliyor: Savcı Ceylin’in sadece saçı ve makyajı değil, telefonu tutuşu bile farklı. Parlak kırmızı ve yeşil yerine siyah ve gri kıyafet seçimleriyle sanki yasta. Eniştesi Osman’ın saf, korkak, kararsız bakışları, sınıf atlayınca değişmiş. Ilgaz’ın kardeşi Defne’nin “Ne kuzusu Eren abi ya öyle deme artık” derken tatlı bir çocuğun atarlı bir ergene dönüşmesini hayretle izliyoruz. Oyuncular da bu değişime çok güzel uyum sağlamış.  

Yargı’nın, bir kadın savcı ve haber spikerini buluşturan Bambaşka Biri’nden farkı, cinayet vakalarının çok iyi örülmesi. Delilleri, zanlıları, adliye koridorlarını takip ederken diken üstündeyiz. Hande Erçel ve Burak Deniz’in yeni dizisinde bu türbülansa kapılmamamızın sebebi oyuncuların senaryonun önüne geçmesi. Ne TV kanalının ne de karakolun ruhu var. Oysa Yargı’da cinayet büro tüm keşmekeşiyle başlı başına bir karakter. Ve Kaan Urgancıoğlu ve Pınar Deniz’in muhteşem çekiciliği, başarıyla oynadıkları Ilgaz ve Ceylin’in duygularını örtmüyor. 

Yargı, kadınlara karşı yargıları sorgulamaya devam ediyor. Ilgaz’ı ilk cinayet mahallinde öpmek isteyen hamile Ceylin’in mahkemede suyu geliyor! Ne ilk öpüşme ne de doğum romantize edilmiş. Pembelere bürünmüş Ceylin, kızının odasını pembeye boyayan kocasına cinsiyetin rengi mi var diye soruyor. Yorulmaz, acıkmaz, bunalmaz anne yargısını kırıyor. Dizinin bir diğer kırgın annesi Laçin (Nilgün Türksever), Oğlum Katil kitabının yazarı olarak artık dimdik ayakta. Laçin’in anlatıcı olduğu ve kitabından alıntılar verdiği bir bölüm izlemek isterdim.

Ilgaz’ın ofisindeki Caspar David Friedrich’in “Sis Denizinde Amaçsızca Dolaşan Adam” (1818) tablosu sonunda başrolde. Resimdeki iyi giyimli genç adam, kayaları yutan korkutucu güzellikteki sisi, bize sırtını döndüğü uçurumun eşiğinde izliyor. Aslında her an gri bulutların arasında kaybolabilecek kişi, bize arkasını dönüp tabloyu inceleyen Ilgaz’ın kendisi. Sakin ve kontrollü Savcı, gözlerini kameradan tabloya çevirdiğinde belki de hüznünü özgürce yaşıyor. Bir gece Ilgaz ve Ceylin, geçmişte yaşadıkları kâbusu canlı tutan sahilde, bize sırtları dönük oturduğunda tablo ve dizi, Friedrich’in ve Ergenekon’un karakterleri sanki birbirine geçiyor. Biz çifte, onlar resimdeki ve sahildeki dalgalara bakarken büyüyen bir sis gizemi karşısında nefesimiz kesiliyor. 

Gelin bu sis denizine siz de katılın. 2023 Uluslararası Emmy Ödülleri’ne aday olan tek Türk dizisi Yargı’yı takip edin! 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

error: Content is protected !!
Verified by MonsterInsights