November 21, 2024

Zeynep Günay ve Seren Yüce, Kulüp’ün Sofra Kültürü

Bir ev hayal edin ki kapılarını etnik kimlik, cinsiyet, yaş, masumiyet gözetmeden herkese açıyor. Ve sokakların hoyratlığına inat, huzur veren ev Pera’da bir gece kulübü. Sözde tekinsiz eğlence mekânı, çalışanları için en sıcak ve en güvenilir sığınağa dönüşüyor. Kulüp’e kol kanat geren Yahudi Matilda ve kızı Raşel, Ermeni Agop, eşcinsel assolist Selim ve kibirli patron Çelebi (Fırat Tanış), her akşam aynı sofrada buluşuyor. Sokakta kıyamet kopsa da sevdikleri öldürülse de sofra her akşam kuruluyor. Ayrımcılığa karşı birbirlerine kenetleniyorlar. Herkesin sofra kültürünü kapsayacak şekilde özenle hazırlanan masa, farklılıklardan besleniyor. 

Kulüp’ün uzun yemek masasında gizlenen tehlike, bana Leonardo da Vinci’nin “Son Akşam Yemeği” tablosunu hatırlatıyor. İsa’nın çarmıha gerilmeden önceki son yemeğinde, havarilerinden birinin ona ihanet edeceğini açıklar. Dizide, sofrada yeri olmadığını düşünen şarkıcı Keriman da entrikalarıyla Kulüp’ü altüst ediyor. Mekâna ortak olan zengin sevgilisi Fikret’in psikolojik ve fiziksel şiddetine boyun eğen Keriman, eşcinsel bir assolistin onu hor görmesine dayanamıyor. Selim’in sahnede ipini çekiyor, kan kardeşi Raşel’in aşkı İsmet’i ayartıyor ve onu polise ifşa etmek isteyen Matilda’yı öldürüyor. Ölenlerin anısına kadeh kaldırılan sofra, her şeye rağmen dimdik ayakta.  

İki kadın katili ve küçücük kızıyla hırsızlık yapan Raşel’i buluşturan sofra, anneliği kutsallaştırmıyor. En çok sempati duyduğumuz karakterlerden Matilda, ailesine iftira atan nişanlısından intikam alan bir katil. Hassas, zarif, hazin bakışlarının ardında kızını babasız bırakmış eski bir mahkûm var. Yetimhanede büyümüş kızından başka kimse ondan hesap sormuyor. Bir kadın katilin hayatına da başka bir kadın son veriyor. Keriman’ın ekonomik güçlüklerle baktığı oğlu, Raşel gibi kimsesiz büyüyecek. Sofra, kadınların kararlarını sorgulamıyor. Kulüp’ün starı Selim’i (Salih Bademci) ve Matilda’yı (Gökçe Bahadır) öldüren şarkıcı bile linç edilmiyor. 

Kulüp’ün, Türk ve Rum karakterlerle çok kültürlü İstanbul’u yansıtmaya çalışan Netflix dizisi Terzi’den farkı, şehrin kozmopolit dokusunu tarihsel bir çerçevede irdelemesi. Terzi’de adeta gözümüze sokulan Dimitri’nin koyu aksanı, sosyal ve politik bir bağlama oturmadığı için havada kalıyor. Oysa Kulüp’te karakterlerin acıları, 1950’lerden 1970’lere uzanan politik çatışmalarla örtüşüyor. Terzi’nin aksine Kulüp, İstanbul’un kültürel mozaiğinin kırılganlığını irdelemekten korkmuyor. 

İstanbul’daki azınlıkları klişeleştirmeden ekrana taşıyan Kulüp’ü, Yeşilçam filmlerine benzetenlere katılmıyorum. Yakışıklı taksi şoförü İsmet (Barış Arduç), filmlerin unutulmaz jönü Ayhan Işık’ı andırabilir. Fakat birçok Türk filminin aksine dizi, İstanbul’u dil, din, ırk bakımından homojen bir şehir olarak resmetmiyor. İsmet’e kendisini Aysel diye tanıtan Raşel’in hikayesiyle etnisite ve din farklılıklarıyla savrulmayan aşk bir olabilir mi? Ayrıca Kulüp, intihar, şiddet, cinayet ve yetim çocuk temsillerini Türkiye tarihine dayandırdığı için göz yaşlarımız daha da anlamlı oluyor. 

Son bölümde, Pera’nın göz bebeği Kulüp’ün önündeki dozer, Kulüp ile birlikte şehrin kültürel mozaiğinin zamanla parçalanacağını simgeliyor. Terzi’nin aksine düğümlerin tasavvuf ya da başka bir inançla çözülmediği dizide, Kulüp’tekileri politik türbülanstan çıkaracak bir mucize yok. Kamera, askerlerin sokakları inleten botlarına yaklaşırken anlatıcı (Raşel’in yetişkin kızı Rana), İstanbul’a bahar gelmeyeceğinin habercisi:

“İşte biz o sabah öğrendik ki kapılar ardına kadar açık kalsa da sımsıkı kapansa da keder bu ülkede hep bizimle olacaktı. Kardeş kavgasının durmayacağını, hiç dinmeyecek, bitmeyecek bir kin ve öfke ikliminin başladığını da o sabah anladık. Sevdiğiniz ne varsa korumak, direnmek için soframıza sahip çıkmamız ve kendi masalımızı yazmamız gerektiğini de o sabah öğrendik.” 

Dizinin son sahnesinde bir tank namlusunun ağzındayız. Bizi ölümden döndüren kamera ile yapay bir mavilikteki gökyüzüne ve sanki kalemle çizilmiş bulutlara yükseldiğimizde dizinin masalsı havasını hissediyoruz. “Kin ve öfke ikliminin” sonlanacağı “masalımızı yazmamız gerektiğini” de biliyoruz.

Ben bu karanlık masalı sadece annesinin “keşke seni hiç doğurmasaydım” dediği yaralı Rana’nın değil, şiddet mağdurları Fikret (Halil Babür) ve sevgilisi Keriman’ın (Serra Arıtürk) seslerinden de dinlemek isterdim. Çok sesli İstanbul portresini birden çok anlatıcının sunması form ve içerik ilişkisini güçlendirirdi.

Her sahnesi, dekoru, karakteri ve mekânı özenle tasarlanmış Netflix dizisi Kulüp’ün çok kültürlü İstanbul’u resmeden sofrasına siz de katılın. Müziğin, sahnenin ve sofranın birleştirici gücünde buluşabilmek dileğiyle.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

error: Content is protected !!
Verified by MonsterInsights